"Sana bir sır vereceğim," dedi. "Seni öldüreceğim."
"Nasıl?" diye sorduğumda bana yaklaşmıştı.
"Yalnızlığa terk edeceğim ve ölmek isteyeceksin."
"Öldür beni o zaman."
Bana doğru bir adım daha atıp kollarını vücuduma doladı. Bana, bize sarıldı.
"Seni terk edeceğim zamanlarda sana böyle sarılacağım." dedi ve dudaklarının saçlarımda gezdiğini hissettim. "Hissettin mi?"
"Neyi?"
"Seni yalnızlığa terk ettim." dediğinde yalnızlığın aslında onun kollarının arası olduğunu anladığım andı. Ürperdim.
"Evet, hissettim. " derken kollarımı kaldırıp ilk defa ona sarılmıştım. "Daha önce hiç yalnızken ağlamak istememiştim."
"Ağla o zaman." dediğinde yıllar sonra ilk defa yüzüm gözyaşlarımla kutsandı.
"Haklıymışsın. Şimdi de ölmek istiyorum. Öldür beni."
Gözler gördüğüne, kulaklar duyduğuna inanırdı. Oysa ben; ne gördüğüme, ne de duyduğuma inanmak istiyordum. Onlar önemli değildi. Önemli olan kalbim, ruhum ve bedenimdi. Fakat, ne kalp, ne ruh, ne de beden benimdi. Ben, geçmişten gelen bir ruhun, intikamı için bedenimi kullanmasına, ruhumu yönetmesine izin vermiştim.
Peki ya kalbim?
O benden izinsiz atıyordu artık. Yanlış kişilere yanlış duygular besliyordu.
Kalbim ne onun, ne de benim himayem altındaydı.
O, başı buyruktu.
Ve, hiç olmamam gereken birine aşık olmak benim elimde değildi.
"Öldün zaten."
(MITOLOJIDE BIR OLAYDAN ESINLENILMIŞTIR.)