Cama vuran yağmur taneleri ve gökyüzünü delercesine çakan şimşeğin sesiyle gözlerimi açtım. Gözlerimle nerede olduğumu anlamaya çalısırken oturma işini hallettim.
Loş ışık sayesinde nerede olduğumu kestirmeye çalısıyodum ta ki yanımda bir adet kumralın yattığını görene kadar. Allahım bi insan uyurken nasıl bu kadar yakışıklı olabilir.
Tamam kes Farah.
Sen sus iç ses böyle yakışıklı, karizmatik, biscolata erkeklerine taş çıkarırcasına kaslı, ego yığını, kendini beğenmiş, normal mankenlere bakaraktan daha uzun, belediye çukuru gibi gamzeleri olan, gözleri biraz denizi biraz gökyüzünü andıran, kokusu çikolataya benzeyen ama bir türlü çözemediğim biriyle yan yana yatıyorum. Ve sen bana tamam kes diyemezsin. Ahh ne olurdu bu kadar yakışıklı olmasaydın sanki?
Tamam haklı olabilirsin belki.. Biraz.. Tamam çocuk hakikaten çok tatlı. Ama bu sana ona yavşama hakkını vermez. Ve ayrıca daha adını bile bilmiyo.
İç sesime içinde bir çok küfürü barından öpücükler gönderdim. Bazen haklı olabiliyordu ama sonucta arkadaştı insan bi moral verir dimi ama? Neyse.
Odayı inceleme fırsatım olduğunu düşünürekten gözlerimi oda da gezdirmeye başladım. Duvarda kocaman bi saat vardı ve arkası krem renginde boyanmıştı odanın herşey çok uyumluydu. Yakısıklı olduğu kadar zevkliydi de.
Bugün giydiği siyah dar pantolon üstünde Artic Monkeys baskılı beyaz bi t-shirt ve deri ceketle fazlasıyla çekiciydi. Gerçekten.
Bunları kafamdan atmaya çalışarak odayı incelemeye devam ettim. Sanırım oturma odasıydık. Saatin altında kocaman bi tv ünitesi vardı. Plazma körlerin bile görebileceği kadar büyüktü. Hayır anlamıyorum bu kadar büyüğe ne gerek var? Tabi o bir erkek ve futbol asla küçük bir televizyonda izlenemez. Onun altındaki raflarda bir sürü film ve kitap doluydu. Ve televizyondan sarkan kablolar vardı ve bilin bakalım ne çıktı. Oyun kol solu ne bekliyordum ki? Saç düzleştiricisi mi?
Mutfakla birleştirilmiş bir oturma odası salonun ortasında büyük L bir koltuk (şuan uyuduğumuz koltuk) ve onun yanında bir koltuk takımı daha ve yere rastgele atılmış minderler.
Koltukların ve minderlerin rengi kahveyle krem karışımı bi renkti yani şuanlık öyleydi. Loş bir ışıkla
aydınlanıyordu oda.
Camlar boydan boyaydı ve korkunç bişeydi. Küçükken ne zaman korku film izlesem yerlere kadar camı olan bir evi izleyen canavar, katil yada başka bir sürü psikopat vardı.
Şimşek çaktı ve küçük bir çığlık dudaklarımdan çıkarken ağzımı kapadım. Doruk homurdanıp anlamadığım bi şekilde söylendikten sonra yeniden uykuya daldı. Uyanmadığına şükrederek dışarı baktım.
Yağmuru severdim ama şimşeklerden ve uğultudan korkardım. Küçükken odamda yalnız kalmıştım. Tesadüftü ki annem odamın perdelerini yıkamıştı. O gece o kadar cok yağmur ve şimşek çakmıştı ki, elektriklerde gitmişti. Yağan yağmur yüzünden gram uyku uyumamıştım ve hortlak gibi okula gitmiştim. Sonra yemekhanede fazlasıyla popüler olan kızın üstüne yemeği dökmüştüm.
Düşüncelerimi bölen yine gök gürültüsü artı şimsek artı yağmurdu. Bu sefer az öncekinden daha fazla sesli bi çığlık atarak Doruk'u uyandırmıştım.
"Ne oldu? Bişey mi var? Dizin mi acıyo? Hastaneye gidelim? Telefonum nerde?" üstüme sorular yağdıran Doruk'a bakakaldım ayağa kalkmış ne yapıcağını kestirmeye çalısıyodu. Hey tamam sakin yakısıklı çocuk.