Multimedia'da kızın giydiği kıyafet var.
Bölüm şarkısı: Avicii - The Days
***
Her zamanki gibi penceremin güvercin tarafından tıklatılmasıyla uyandım. Her sabah bu güzel yaratık beni uyandırır, kahvaltısını yapar ve bir daha akşama, akşam yemeğine uğrardı bana... Yalnız yaşıyorum. Çok isterdim bir kardeşim olsun ama benim doğru düzgün bir ailem bile yok. Kaldı ki kardeşim olacak. Komik... Yatağımdan zorlukla kalkıp lavaboda ihtiyaç giderisi yaptım ve elimi yüzümü de yıkayıp çıktım. Ailem seneler önce bu evde beni yalnız bırakıp kaçtı. Arkadan sinir bozucu bir not ve bir miktar para bırakmışlardı. Her ay kargoyla bir miktar para ve not gelmeye devam ediyor. Notlar okunmadan çöpü boyluyor, gönderdikleri parayı ise kullanmamaya özen göstererek bir kutunun içinde saklıyorum. Bu sene lise 2. sınıftayım. Arkadaş canlısı olmadığım için okulda konuşma engellisi gibi görünüyorum. Sadece dersimi dinleyip eve geliyorum. Evde teknolojik alet olarak sadece bir televizyon var. (Birde sinemaya odasında dev ekranlı plazma var. Okuyun anlarsınız...) Onu da sadece haberleri izlemek için kullanıyorum. Telefonum yok. Gerek de duymuyorum. Zaten beni arayacak bir tanıdığım yok. Size kendimden bahsedeyim biraz. Adım Asya. Güneşte okyanus mavisine, gece de bal köpüğümsü kahverengiye dönüşen hafif zümrüt yeşili gözlerim var. Kiraz rengi dudaklarım ve hafif al yanaklarım var. Uzun kirpiklerim ve sarı-kahverengi arası açık kumral rengi kıvırcığa dönük dalgalı saçlarım var. Uzun süredir alışveriş yapmıyorum. Ama ara sıra annem gönderdiği için gerek de duymuyorum. Zaten alışveriş ve alışveriş merkezlerinden oldum olası nefret etmişimdir. Ayrıca kalabalık yerlere fobim var. Aslında karanlık korkum, kapalı-basık alan korkum ve deliklere karşı bir korkum var. (Yazarın kendi fobileri. Ayna fobisi dışında. Okuyun anlarsınız...) Aileden gelme eisoptrofobim var. 'O ne?' derseniz, aynalara karşı duyulan korku. Hatta bu fobim yüzünden evde sadece lavaboda ayna var. Zaten ayna karşısında vakit öldüren veya aynaya sürekli bakan bir tip değilim. 'Aileden gelme nasıl oluyor?' derseniz, araştırmalarıma göre (Gerçekten araştırmadım. Sadece kafamdan uydurdum. Ne kadar doğru -ya da yanlış- bilmiyorum.) bazı fobiler büyüklerden -örneğin dede veya baba- küçüklere geçebiliyormuş. Öyleki bu fobi benim büyük büyük babamdan bana kadar ulaşmış. Üstüme sade ve dikkat çekmeyecek kıyafetler giydim. Beyaz bir pantolon, siyah üstünde beyaz bir yuvarlak üstünde siyah harflerle 'NYC' yazan bir t shirt giydim. (Multimedia'da var :D) Siyah-beyaz renklerden oluşmuş eastpak sırt çantamın içine ders programındaki derslerin kitaplarını ve defterlerini, sırt çantamla takım olan kalem kutumu koyup fermuarları çektim. Makyaj cildime yasaktı. O yüzden hergün elime, yüzüme ve bütün vücuduma besleyici krem sürüyordum. Annem bana parfüm gönderiyordu. Ama kendime özgü kokumu sevdiğim için hiçbirini şimdiye kadar kullanmamıştım. Gülle nilüfer çiçeğinin birleşimi gibi güzel bir koku... Bu yüzden o parfümlere ihtiyacım olduğunu düşünmüyorum. 'Madem kaçtılar neden yardım ediyorlar?' sorusu beyninizde dört dönüyor öyle değil mi? Sanırım bunun tek bir açıklaması var. Bir tane ablam ve iki tane de abim var. Ablam -en uygun sözle- kocaya kaçmış. Büyük abim çalışmak için Almanya'ya gitmiş. Küçük abim de üniversite 3. sınıf öğrencisiymiş. Annem moda sektöründe bir numara, babamsa ünlü bir iş adamıymış. -mış, -miş'li konuşuyorum. Çünkü bende bunları haberlerden duyuyorum. Yani yüzlerini sadece haberlerde görüyorum. Mesela annem ağırbaşlı bir kadınmış, babamsa tam otoriter ve dikdatör... Bana neden yardım ettikleri konusuna gelecek olursak, zannımca annemin tek kızı olarak kaldığım için bu kadar ilgileniyor. Gerçi kaçtığı için bundan çokta emin değilim ama... Ablamı kaçtığı günden beri görmüyormuş. Sinirleri bozuk olmalı. Giriş katına inip mutfağa girdim. Dolaptan kuş yemini alıp yukarıya geri çıktım. Camı açıp kuş yemini camın önüne döktüm. Güvercinde hemen yemleri yemeye başladı. Onun gibi bir sürü kuş camın önüne gelmişti. Bende onları korkutmamak için aşağıya indim. Okula gitme vakti geldiği için çantamı sırtıma taktım. Siyah vanslarımı da giyip evden çıktım. Villanın önünde siyah bir araba vardı. Sürücü koltuğundaki adam camı açıp konuşmaya başladı.
"Efendim anneniz Handan Hanım beni yeni işe aldı. Ben sizin yeni şoförünüzüm. Bundan sonra gitmek istediğiniz yere sizi ben götürücem."
"Teşekkürler. Fakat özel şoföre ihtiyaç duysaydım -ki duymuyorum- anneme bunu bildirirdim. O nedenle böyle gereksiz şeylerle karşıma gelmeyin. Şimdi izninizle..."dedim site çıkışını göstererek. Bu kadın kendini ne sanıyor? İki kıyafet gönderdi diye evden kaçıp gittiğini unutacağımı mı sandı? Adam itiraz eder gibi bir tonla konuştu.
"Ama efendim-"sözünü kestim.
"İstemiyorum. Anladın mı? İs-te-mi-yo-rum! Şimdi defol git buradan!"
Adam şaşırır bir vaziyette arabayı site çıkışına sürdü. Elimi saçlarıma daldırdım. Ben bu kadınla ne yapıcam ya? Sitenin çıkışına doğru ilerlemeye başladım. Okul siteye fazlasıyla uzak ve metroyla gitmek zorunda kalıyorum. Ayrıca bu ilk gün. Sanırım ders işlemeyecek hocalar. Bu da benim işime gelir. Çünkü derste boş boş durmayıp çizim yapacağım. Çizim derken mimarlık çizimlerini kastediyorum. Ataer Koleji. Babamın ortağının 'koleji'. Bana kalırsa güzel bir okul. Okula ilk geldiğimde inceleme fırsatı bulmuştum. Kocaman müzik ve çizim odası var. Fazla büyük diyebilirim. Okulum dışında müzikle de ilgileniyorum. Üç müzik aleti çalabiliyorum. Piyano, gitar ve bateri. Piyanoya küçükken başlamıştım. Fazla ilgiliydim ve çabuk öğreniyordum. Hocam bana müzik kulağımın çok gelişmiş olduğunu söylerdi. (Yazarın da öyle :D Ney üflemesine rağmen hala piyanoya olan sevgi ve ilgisi tükenmedi. Fakat piyano bilgisi unutulmaya yüz tutmuş. Maalesef yazar piyanoyu bazı nedenlerden dolayı bırakmak zorunda kaldı...) Gitara ortaokul yıllarımda başlamıştım. Piyano kadar olmasada onu da seviyorum. Bateriye ise geçen sene başladım. Sinirlendiğimde çok işe yarıyor :D. Evde müzik odası, boyama odası, koca bir kütüphane, çizim odası vb. odalar var. Ev dört katlı. En alt kattan villanın bahçesine çıkış var. Salon, mutfak, tuvalet ve banyo var. Ayrıca bir tane de misafir odası var. Alt katı yazlık gibi kullanıyorum. Giriş katında yine salon, mutfak, tuvalet ve banyo var. Bir tane geniş balkon var ve yine bir tane misafir odası var. Üst katta o resim, müzik vs. odaları var. (Ufak bir not: Üç ve dördüncü katın metre kareleri alt katlardan daha büyük. Yani evin şekli üç ve dördüncü katta genişliyor. Ayrıca bu bahsettiğim katın içinde küçük bir sinema odası var. Hayal gücüm çok geniş öyle değil mi? Ama hep böyle bir evin hayalini kurmuşumdur. Neyse hadi siz okumaya devam edin.) Ayrıca bu katta eskiden annemlerin, abilerimin ve ablamın odaları varmış. Onlar kaçınca bende bu katı eğlence katı yaptım. En üst katta ise benim odam ve çatısı açılan geniş mi geniş bir oda var. Benim odam beyaz, nefti yeşil, toz pembe ve buz mavisi gibi renklerden oluşuyor. Odamda çalışma masası ve ebeveyn banyosu var. Ayrıca küçük bir kitaplık var. Yurtdışında yeni çıkan kitapların orijinalleri bu kitaplıkta mevcut. Diğer çatısı açılan odaya ise kafamı dinlemek istediğimde gidiyorum. Üstelik bu odada kocaman bir teleskop ve uzay, gezegenler, yıldızlar vs. ile ilgili aklınıza gelebilecek bütün kitaplar var. Ayrıca odaya değişik bir hava katsın diye odanın duvar kağıtları, tavan, taban, halı falan da uzaylı. Küçükken hep uzaya gitmek istemişimdir. Neyse... Bu kadar düşünce yeter. Evi de anlattığıma göre geriye tek birşey kalıyor: İlk dersi kaçırdığım için ikinci derse yetişmek. Metro işaretini görünce oraya gidip yürüyen merdivenlerden hızla inmeye başladım. Son basamakta ayağım takıldı. Tam düşecektim ki bir el kolumu kavrayıp sıkıca tuttu. Pekala. Böyle birşeyi beklemiyordum. Yürüyen merdivenlerden inince arkama döndüm. Çocuk benimle aşağı yukarı aynı yaştaydı. Sadece deri ceketinin kapüşonunun içinde sarıya çalan saçları, grimsi mavi gözleri ve pürüzsüz yüzü dikkatimi çekti. Hemen teşekkür edip koşar adımlarla akbil basma yerine gidip oradan da geçtim. Yine yürüyen merdivenler... Oradan da koşar adımlarla indim -ayağım kaymadı bu sefer-. İndiğimde en sinir olduğum şey oldu: Kapılar kapandı. Ne yani ben boşu boşuna mı acele ettim? Haksızlık. Bu konunun üstünde çok durmadım. Tavana asılı bir şekilde duran küçük ekrana baktığımda nerdeyse bir saat falan vardı. Anca üçüncü derse yetişirdim. Tabi şansım varsa... Çantamdan çizim defterimi ve kalem kutumu çıkarttım. Bir saat boş geçmez. Yarım saat boyunca İstanbul'u çizmeye çalıştım. Ortaya güzel birşey çıkmıştı. Varla yok arası gülümsedim. Defteri çantama koyup, çantanın içinden nota defterimi çıkarttım. Nota yazabiliyordum. Çok eğlenceliydi. Yanımda birinin oturduğunu anlayınca kafamı kaldırdım ve yine o grimsi mavi gözlerle karşılaştım. Bütün yarım saat boyunca beni mi izlemişti? Kulağa çok saçma geliyor. Ah hadi ama insanın canı sıkılır yarım saat boyunca bir insanı izlemekten. Kabul edin sizinde sıkılırdı... Konusu bile canımı sıkmaya yetiyor. Dikkatimi nota defterime tam vermiştim ki onun kadifemsi sesini duydum. Nasıl olurda bir erkeğin sesi bu kadar güzel olabilir diye düşünmeden edemedim.
"Nota yazabiliyor musun?"bu soruya kafamı aşağı-yukarı sallayarak cevap verdim ve açıklama yapma gereksinimi duydum.
"Müzik ve çizim bana huzur veriyor."dedim ve kafamı tekrar deftere gömdüm ve yarım kalan melodimin geri kalanını yazmaya başladım. Çocuk yüzünü bana yaklaştırdı ve konuştu.
"Bakabilir miyim?"dedi ilgiyle. Başımı okumlu anlamda sallayıp defteri ona uzattım. Şaşkınlık ve hayranlıkla defterdeki melodileri inceliyordu. Defter çok kalındı ve nerdeyse çoğu doluydu. Defter çocuğun sol elinde sol bacağının üstündeydi. Sağ eliyle sağ bacağına vurarak ritim tutuyordu. Müzikten anlıyor olmalı ki doğru ritmi tutup, doğru notaları mırıldanıyordu.
"Müzik aleti çalıyor musun?"diye bir soru yönelttim.
"Piyano ve gitar."dedi. Sonra bana bakıp,
"Sen?"dedi.
"Piyano, gitar ve bateri."dedim. Bateri derken ellerim istemsiz olarak sanki elimde o tahta çubuklar varmışta bende davullara vuruyormuşum gib oynamaya başladı.
"Hepsini hangi ara öğrendin?"dedi hafif bir şaşkınlıkla.
"Piyanoya küçüklüğümden beri ilgim vardı zaten. Ortaokuldayken gitara başlamıştım. Geçen sene de bateriye başladım."dedim. O sırada kapıların açılma sesi geldi. Ben farkında olmadan çocuk beni metroya bindirdi. Boş yer kalmadığı için iki vagonun birleşim yerine yaslanıyorduk. Çocuk kulağıma eğilip fısıldayarak,
"Bu arada adım Mete."dedi.
"Benimki de Asya."dedim ve -ne ara uzattı bilmiyorum ama- elini sıktım. Sanırım hayatımda ilk defa arkadaşım olmuştu. İleride hayatımı değiştirecek bir arkadaş... Ama ben bunun henüz farkında değildim. Bilemezdim ileride o kalın nota defterinin geri kalan boş sayfalarına bu grimsi mavi gözlerin sahibini düşünerek notaları yazacağımı... Bilemezdim çizim defterimde onu grimsi mavi gözlerinin, sarıya çalan saçlarının ve pürüzsüz yüzünün yer aldığı sayfaların olacağını... Bilemezdim ileride kalbimin sadece onun için atacağını... Bilemezdim ki... Hiçbirşeyi bilemezdim. En önemlisi de o grimsi mavi gözlerin sahibini ileride herşeyden çok seveceğimi... Bilemezdim...Yeni bir bölüm ve ben... Umarım bu bölümü beğenmişsinizdir. Çünkü elimden geldiğince güzel ve özenli yazmaya çalışıyorum. Bir dahaki bölümde görüşmek üzere... Hoşçakalın!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İçimdeki Değişim
SpiritualZorlanıyorum. Düşüncelerimi yazıya aktarmakta zorlanıyorum.