KUTSAMA

2.8K 165 255
                                    




Xie Lian, Hua Cheng'in ağırlığı altında git gide ezildiğini hissediyordu. Daracık tabutun içinde kaçacak bir yerinin olmadığını farkındaydı. Üstelik onu utandıran daha önce hiç tatmadığı bir duygu içinde sarmalanmış bir halde çıkmazın içindeydi. Onu utandıran yıllardır unuttuğu erkekliği bir anda ortaya çıkmaya karar vermişti ve bunun ne yeri ne de zamanıydı. Bir deniz canavarına yem olabilirlerdi ama o utanmadan erekte olmuş bir şekilde Hua Cheng'in altında utanç içindeydi. Kafasında tüm bunları düşünürken başını kaldırıp Hua Cheng'e baktı. Hua Cheng'in yüz ifadesinden bir şeyleri anlamak ne kadar imkânsız olsa da onu rahatsız eden bir şeyler olduğu belliydi. Hua Cheng ona bakmıyordu. Başını yana çevirmiş gözlerini kapatmıştı. Sanki tutunacak bir düşünce arar gibiydi. İçinde bulundukları dar tabut bir kez daha dönmeye başladı. Canavarın vuruşlarıyla dönüp duran tabut ikilinin kâbusu olurken bir anda Hua Cheng'in boğazında bir hırıltı duyuldu.

"Gege..." Bu hırıltı o kadar derindi ki sesi Xie Lian'ın kulaklarında müthiş bir etkiyle patladı. Sonunda hareket etmeyi bırakan tabutun içinde bu defa Hua Cheng Xie Lian'ın altında kalmıştı.

"Gege..."

Xie Lian bir süre cevap veremedi. Yutkundu. Yutkunuşunda daha önce tatmadığı bir şehvet duygusu vardı. Damarlarından akan kan sanki bir lav gibiydi. Sonunda boğazını temizleyip cevap verecek cesareti buldu.

"San Lang, ben üzgünüm..."

"Neden üzgünsün Gege?"

Neden üzgündü? Yıllardır terk ettiği erkekliğinin zamansız şekilde dışarı vurduğu için mi? Söyleyeceği her şeyin saçma olacağını düşünüp sustu. Hua Cheng, Xie Lian'ın altında biraz hareket etmeye çalıştı. Bu hareket Xie Lian'ın utanç verici ıstırabını daha artırmış boğazından hafif bir inilti çıkmasına neden olmuştu.

O ses de kimindi? Xie Lian'ın kendisine mi aitti? Nasıl bu kadar utanmaz bir ses çıkarabilirdi? Ani bir şekilde kafasını kaldırıp Hua Cheng'e bakma gafletinde bulunmuştu. Yapmaması gereken bir şeyi yapmış gibi hissediyordu çünkü başını kaldırdığı an Hua Cheng'le burun burunaydı. Bu kadar dar bir yerde başka ne olacaktı ki? Xie Lian bu hareketinden oldukça pişman olmuştu. İkisi de sessiz bir şekilde burun buruna birbirine bakarken Hua Cheng şaşkınlıkla açtığı gözlerini Xie Lian'dan ayırmıyordu.

Bu ses Veliaht Prensin sesi miydi? Bu seste 800 yıl önce hissettiği bir tanıdık duygu vardı. Xie Lian'ın bir mağarada şevk içinde kıvranırken çıkarttığı o tanıdık ses şimdi kulağının dibinde hemen karşısındaki adamdan gelmişti.

"Gege... Sen iyi misin?"

Bu sorunun cevabı ne olmalıydı? Bir evet mi? Ne diyebilirdi ki?

"San Lang b-"

Xie Lian'ın sözlerini ani bir sarsıntıyla kesilmişti. Tabut dalgaların arasında öyle hızla dönüyordu ki Xie Lian bir anda tabutun kapağına doğru çarpmıştı. O ölümsüzdü ancak bu canının yanmasına engel değildi. Bu ani çarpış daracık tabutta çok sert bir etki göstermişti. Hua Cheng'in kolları onu sarıp kendine iyice bastırdığında sırtının acısından mıdır yoksa utancının kaynağı olan ani ereksiyonundan mıdır bilemediği bir inilti daha tabutun içinde yankılanmıştı. Bu sefer Hua Cheng'in nefesi kulağının tam dibindeydi.

"Gege, bana tutun"

Nasıl tutunmazdı ki? Kolları Xie Lian'ı sarar ve vücudunu ona bastırırken nereye kaçabilirdi ki? Bundan nasıl kaçacaktı? Kaçmak için her kımıldadığında vücutları daha da birbirine değiyor Xie Lian'ı daha da şehvete sürüklüyordu. Bu da neydi böyle? Şehvet çiçeği kokusu mu? Hayır. O zaman bunun sebebi neydi?

KUTSAMAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin