Tanıştıkları gün iyi anlaşmışlar, ertesi gün tekrar buluşmak için sözleşmişlerdi. Büyük olan yıllar sonra ilk defa başını yastığa bir an önce yarın olması umuduyla koymuş, fakat heyecandan uyuyamamıştı. Yalnız değildi, o sırada Jackson günlüğüne yeni tanıştığı "çok tanıdık ama bir o kadar yabancı bir adam" ile aralarında geçen konuşmaları ve onun hakkındaki izlenimlerini en ufak ayrıntısına kadar aktarmakla meşguldü.
İkisi de sabah erken kalkmış, tatlı bir telaş içindelerdi. Küçük olan bu sefer geniş ve koyu mavi bir kot ceketin içine beyaz, üzerinde küçük bir gökkuşağı işlemesi olan tişörtünü giymiş, altına da beyaz yırtık kotun çok yakışacağını düşünmüştü. Kâküllerini de arkadan toplayıp aynanın karşısına geçtiğinde güzel göründüğüne karar vermişti, yeni arkadaşı da onu böyle beğenir miydi?
Yeni arkadaşındaysa durum çok farklıydı, şimdi bir misafir davet etmenin hata olduğunu düşünmeye başlamıştı. Evdeki eşyalar epey tozluydu, buzdolabında dağ gibi duran donmuş yiyecek yığını ve birkaç parça kahvaltılık dışında hiçbir şey yoktu. Ne yani, o şirin arkadaşına hazır pizzayla konserve balık mı ikram edecekti? İyi beslendiği nispeten tombul yanaklarından belliydi.
Aslında pizzalar gayet de lezzetliydi ama bunun kolaya kaçmak olduğunu düşünmüştü. Oysa şimdi bunun için düşünecek zamanı yoktu, etrafı temizlemeliydi.
Yarım yamalak bir toz alma işleminden sonra duş alıp giyeceklerini seçmeye karar vermişti, saçları şimdilik ıslak kalsa da olurdu.
Elinden geldiğince renkli giyinmek istiyordu nedense, ama dolabı açtığında gördüğü manzara ona bazı gerçekleri hatırlatmıştı. Yıllardır açık renkli kıyafetlerden özellikle uzak durmuş, beyaz sade tişörtler ve kot pantolonlar dışında yanlarına yaklaşmamıştı.
O an gerçekten de ne giyerse giysin çok depresif görüneceğini düşündü, misafiri bundan hoşlanmayacaktı. Yaratabileceği en klasik kombini yaratıp normal biri gibi gözükmeye karar verdi. Eh, beyaz tişörtün altına giyilmiş bir kot pantolon ve bele bağlanmış kareli bir oduncu gömleğinden daha klasik ne olabilirdi ki?
Aynaya baktığında görünümünün idare eder olduğunu düşünmüş, eliyle ıslak saçlarını geriye atıp dağıtmıştı. Sağlıklı bir yüzü olsa yakışıklı olduğunu bile söyleyebilirdi kendi kendine.
Vakit kaybetmeden büyük boy iki pizza çıkarıp fırına atmıştı, masaya da atıştırmalık bir şeyler ve içecek koymayı ihmal etmemişti. Şu anlık elinden gelen buydu, yemek yapabilse kendisi için yapardı zaten.
Kapı zilini duyduğunda ani gelen bir titremeyle elindeki tuzluğu yere düşürmüştü. En son bu zili duyduğunda çok küçüktü, babasının ona getireceği hediyelerin heyecanıyla zilin çalmasını beklerdi. Tek heyecanı buydu, evleri kasabadan pek uzak olduğundan yalnız bir çocuktu Mark.
Onu şok etkisinden çıkaran kapının ikinci çalışı olmuştu. Çok bekletmişti küçük misafirini!
Kapıya koşup açtığı zaman karşısında ona gülümseyerek el sallayan bedeni görmesi kalbinin göğüs kafesini parçalayacak kadar hızlı atmasına ve bir anda sıcak basmasına neden olmuştu ama şimdi bunu düşünmenin sırası değildi, evine uzun zamandan sonra ilk defa bir misafir geldiği için olmalıydı. En azından o böyle düşünmeye çalışıyordu.
Renkli ayakkabılarının bağcıklarını çözüp içeri girdiğinde evin farklı havası Jackson'a çok ilginç gelmişti. Mobilyalar eski ve biraz tozlu duruyordu ama bir zamanlar "mutlu bir ailenin sıcak evi" olduğu her halinden belliydi. Bu kadar sessiz ve gülümsediğini çok az gördüğü yeni arkadaşının kaç yıldır burada olduğunu bilmiyordu ama belli ki ev ve eşyaların çoğu ondan daha yaşlıydı. Öyleyse ebeveynleri neredeydi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
train tracks // markson
Fanfictionmark kendi canına kıymak için her gün terkedilmiş tren istasyonuna gidip umutsuzca bir tren geçmesini beklerdi, jackson ise rayların kenarlarında dengede durmaya çalışmaktan başka eğlencesi olmayan bir gençti.