Hava karanlığa ermek üzereydi. Kasaba halkının sesleri son zamanlarda olduğu gibi fazla çıkmazken, ormana yakın yerlerde kurtların uluma sesleri, göle yakın yerlerde suyun sıçrama sesleri ve sineklerin vızıldamaları, kasabaya yakın sayılan bir kuleden ise bir kadının şarkısı baskındı.
Siyah saçları, perçem perçem alnına dökülmüş olan genç adam, sırt çantasını kontrol ederek, sık sık da tökezleyerek yürümekteydi. Bakışları, ara sıra yabancı olduğu topraklarda geziniyor, ayak izleriyle süslediği her bir yanı zihnine kazımaya çalışır gibi inceliyordu.
Saatlerdir ormandaydı, geniş ve sık ağaçların arasında yürümekten daha biraz önce kurtulmuştu. Yorgundu, hemen evlerden birine sığınmak istiyordu ama önce etrafa son bir kez daha bakabilirdi.
Bir kule fark etti. Yüksekçeydi, korumasız duruyordu ve pek de sağlam sayılmazdı. Rengi kahverengiyle gri arasında gidip gelen duvarların arasında bir ses dikkatini çekti. Uzun bir şarkı mırıldanır gibi sesleniyordu adeta bir kadın. Merakına yenik düştü, daha da yakından bakmak için kulenin yüksekliğinin aksine çok da büyük olmayan kapıya ilerledi.
Kapı kapalıydı, kilitli olmamasını umarak eski tokmağı kavradı, çevirdi. Ettiği dualar tutmuştu, kapıyı hafifçe ittirince kapı ardına kadar gıcırdayarak açıldı.
Genç adam yüzündeki gülümsemeye engel olamadan başını salladı olumlu anlamda, çok mutlu olmuştu. Eğer bu kulede kimse yaşamıyorsa, bunu kimseye söylemezdi, kasabadakiler onu istemezse de gizlice buraya gelirdi. Bir hafta idare ederdi.
Kadın sesi biraz daha yakından gelmeye başladı. Daha da mı bağırıyordu, yoksa adam ona yaklaşmış mıydı, anlaşılmadı. Genç, derin derin nefes alarak kenarda gördüğü merdivenlere ilerledi. Basamakların eski gözükmesini umursamadı, yaptığı şeyin ne kadar tehlikeli olduğunu da. Yavaş ve sessiz bir şekilde iki kat merdiven çıktı.
Uzunca bir koridora gelmişti şimdi. Çevresine bakındı, duvarlara bazı resimler çizilmişti. Anlaşılan kasabanın çocukları ondan önce gelmişti buraya, hatta sanatsal çalışmalar bile yapmışlardı. Kadın sesinin nereden geldiğini de böylece kafasında kurmuş oldu.
Resimlerin anlamlarını çözmeyi denemeden uzunca koridoru aştı ve yeniden karşısına çıkan merdivenleri tırmanmaya başladı. En az üç kat daha çıktığında, artık son basamakları çıkmamak için direnebilirdi; çok yorulmuştu.
Kadın sesi artık o kadar net geliyordu ki, kadının buralarda bir yerde olduğuna emindi. Etrafına bakındı, pencereler dikdörtgen şekilde yükselirken kenarına yaslanmış bir siluet gördü. Tahminlerinde yanılmıştı, çocuklar falan yoktu. O bir kadındı ve ısrarla mırıldanarak şarkısını söylemeye devam ediyordu.
"Hey, sen de kimsin?" Diye sordu adam. Kadın duymamış olmalıydı, çünkü hala şarkı söylemeye devam ediyordu. Sesi çok rahatlatıcıydı. Genç, birkaç adım atarak ona sırtını dönmüş kadının yanına geldi. Omzuna dokundu, kadın anında ona döndü.
Gündüzün son ışıkları kadına vurduğunda onu inceleme fırsatı buldu. Kendisinden biraz kısaydı, siyah uzun saçları vardı. Bunu nereden mi anlamıştı? Saçları, kulenin pencerelerinden sarkıyordu. Şaştı kaldı, teni ne kadar da solgundu!
"Sen de kimsin?" Diye sordu bir kez daha. Kadın onu anlamıyor gibi duruyordu. Sessizce mırıldandı.
"Moi je m'appelle Mademoiselle Noir,
Et comme vous pouvez le voir,
Je ne souris, ni ris, ni vis."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
mademoiselle noir ✔
Fanfictionjeon jungkook adındaki genç, geldiği kasabada kalacak yer bulamayacağını düşünüp ölü gibi görünen bir kadının yaşadığı şatoya musallat olur.