biliyorum kendime güvenmem gerektiğini, içimden bir ses diyor bunu ama her dâim duymazdan geliyorum onu. herkes dünyanın renklerini o kadar sıradan buluyor kimse bir okyanusu gidip görmeyi en büyük hayâllerinden birine yerleştirmiyor. normal olmayı çok istiyorum bazen, tek dileğim gerçek anlamda bir çiçeği ayırt edebilmek. giydiğim kıyafetleri renklerine göre seçip, satın alabilmek. favori rengimi seçmek...
yağmur damlalarının camı tıklayarak, sıcak stüdyonun içine girmesine çalışmasının uzun sürdüğü günlerden birisiydi. jaehyun yine tamamen siyah dünyasına uymak için giydiği her şey, hatta saçları bile siyahtı. yerdeki yaprakları çiğneyerek yürüyor, etrafındaki insanlara önem vermiyordu. bugün zorla bir ressam ile tanışıp ona kendi portresini yaptırmaya zorlanmıştı. bunun sebebi ise uzaklarda yaşayan annesiydi. annesi çok istemişti bunu. ona hediye olarak gönderecekti ama çok istekli olduğu da söylenemezdi doğrusu. adımlarını rastgele atıyor, nereye gittiğine, neyin yanından geçtiğine çok dikkat etmiyordu da. taeyong ise stüdyosunda yeni gelecek müşterisi için heyecan içindeydi. ellerini birbirine sürtüyor, boyalarını ve tuvalini hazırlayıp içeri mekânı turluyordu. acaba hava soğuk mudur ki diye düşündü ve klimayı çalıştırdı. müşterilerine önem verir, hepsiyle derin sohbetleri etmeyi de fazlasıyla severdi aslında.
bugün bir müşterim gelecekti ve kendisi hakkında bildiğim tek şey ismiydi. nasıl birisiydi, nereden geliyordu, kaç yaşındaydı, işi gücü neydi hiçbir fikre sahip değildim. bu beni meraklandıran kısımdı işte. içimdeki duygulara sahip çıkamıyordum.
oturduğum döner sandalyeden kalkarak stüdyomdaki mutfağa doğru adımladım. kahveyi nasıl içer bilmiyordum, bu yüzden sadece kendime hafif bir kahve yapıp boyalarımın başına geçtim. son kontrolleri de yaptığım sırada zil sesini işitmiştim. zıplarcasına kalkmış, kapının önünde durmuştum. delikten bakma ihtiyacı hissetmeden kapıyı açtığımda içimden keşke baksaymışım diyen bir görüntü karşımdaydı. siyah ve vahşi duran dalgalı saçları gözlerine bir karış yukarıda, keskin çenesi, hafif eşit durmayan yamuk dudakları ve dümdüz burnu. gözleri ise gözlerime çıktığında kelimelerimden yoksun kalmıştım. ben bir ressamdım ve o sahiden fazlasıyla 'resim' di benim için. içeri girmesi için kenara çekildiğimde tek kelime etmeden stüdyoma girip oturması için ayarladığım koltuğa oturmuştu. aslında içimden saçlarını biraz çekip bütün yüzüne yakından bakmak geliyordu. yüzüme bir gülümseme yerleştirdim ve sandalyeme oturup ona doğru döndüm. ona çok soru sorasım vardı ama bir süre sessizce yüzünü izledim. kaç dakika geçti bilmiyordum, bana çok ciddi bakıyordu. bir anda tok bir ses ile seslendi.
başlamayı düşünmüyorsun herhâlde.
gerçekliğime yeniden döndüğüm sırada kendime kızmıştım biraz. aç bir kurt gibi adama bakarsan elbet böyle tepki alırdın tae...
derin bir nefes vererek fırçamı elime almış ve tuvalimi kendime göre çekerken mırıldandım usulca.
"hangi renk bir çizim yapmamı istersin? böyle rengarenk de bir çizim olabilir, hatta harika olmaz mı?"
bana, sanki ona tokat atmışım gibi soluk ama hüzünlü bir bakış attığında ne anlatmak istediğini anlayamamıştım. yeniden bir pot kırdım sanırım diye düşünerek alaycı gülüşünü izledim. gülüşü çok güzeldi.
şu an, hangi renk isem öyle çiz. nasıl bir ten rengim, göz rengim, kıyafet rengim var ise öyle çiz. sanki ne önemi var ki?
açık olmam gerekirse böyle bir tepki beklemiyordum. neden böyle demişti bilmesem de anlamadığım en büyük sorun madem bu kadar istemiyordu, ne için buradaydı. içimden bir kısmım ise onun yanımda öylece durmasını bile sevmişti aslında. tek bir kelime dahi etmeden o nasılsa aynen öyle resmettim onu. siyahlar içinde bembeyaz gibiydi bana göre. ama onun dünyasında tam tersi olmalıydı. arada onu izlerken yüzüm gülüyordu, bazen fark etmeden uzun uzun onu izliyordum. ama elimde değildi, ilk kez bir erkekten bu kadar etkileniyordum. resmimin ortalarında iken sesini işittim yeniden.
eğer biraz daha bana âşık gibi bakmayı sürdürecek isen başka bir ressam ile görüşmem gerekecek.
yüzümü hızla ona çevirdiğimde bilinçsiz yaptığım saçmalıklardan utanç duydum. ama o gülümsedi. uzunca, gamzelerini bile gördüm. bu sefer her öncekinden daha uzun baktım ona. kirpiklerim titredi, kalp atışlarım yağan yağmurdan da hızlı atmaya başladı. o ise öylece gülümsüyordu. yapmak istediğini anında yapan biriydim ve onun dudaklarına yapışmayı istemiştim o an. tabii ki de cesaretimi toplayamadım ve sadece bir cümle sundum ona. o ise bu cümlem sonrası kalktı ve tek kelime etmeden gitti.
"seni daha yakından tanımayı istiyorum."
yüzüme çarpılan kapı ile oracıkta söndüm, stüdyomun çatısı uçmuş da sular altında boğulmuştum sanki.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
you bring color to my world.
Fanficjaehyun, 24 yaşında ve kendine güveni tam olmayan birisi. bunun sebebi ise sahip olduğu renk körlüğü. taeyong 26 yaşında, ressam ve âdeta resimlerle dans eden, özgüveni çok yüksek birisi. peki bu değişik kader, bu ikisini hangi noktada buluşturabili...