Bazı insanları güneşin doğduğunu inandırabilmek için onların perdelerini bizzat çekmeniz gerekir. Havanın kararmasıyla pencerelerinin önüne düşen o kalın kumaşlar gecenin ağırlığına öyle bir uyum gösterir ki üç aylık bir bebek bile plasentasına tutunduğu annesine bu kadar bağlanmamıştır. Perdeler gece ile birleşip tek bir vücut haline gelir, o sırada ince bir battaniyenin altında uykusuzluktan gözleri kan çanağına dönen fakat 12 puntoyla yazılmış bir metinden daha da karmaşık olan zihni yüzünden rüyaların soğuk kollarına kendisini bırakmaktansa dikdörtgen yatağında dönüp duran herkesin dünyasını mümkünmüş gibi daha da karartır ve inanın, bu tarz kişileri uyandırmak çok zordur. Göz kapaklarını aralayıp vücudunu uyuşukça o dört köşeli yatağından kaldırarak perdeleri açtıktan sonra güneşi selamlamak, hayata ya da en azından yeni günlere dair ufak da olsa bir amacınız varsa yapabileceğiniz bir harekettir. Bazı insanlara hayattaki amaçlarını bizzat avuçlarına bırakarak göstermeniz gerekir.
Peki, kimse bunu yapmazsa ne olacak?
Örnek A: Saat sanırsam mesai bitişine gelmek üzere (yani, dış kapının kapanma sesini duyduğumdan beri bayağı vakit geçtiğinden böyle bir karara varmaya çalıştım demek daha doğru olur). İlaçlar alınmadı. Yüz yıkanmadı. Vücudum çok pis ve üşüyorum, sırtımdaki mantarlar omuzlarımdan boynuma ulaşmaya başladı. Kaşındırıyor. Açlığım ortadan kalkalı bayağı oldu, karnınızı suyla doldurduğunuzda mide bulantınız yemek yeme ihtiyacınızın önüne geçiyor. Kaç saattir uyuyorum? Ev neden bu kadar soğuk? Ah, Tanrım, ilaçlarımı cidden içmedim. Yemek bile yemedim. Hitoshi beni öldürecek -ya da öldürmeyecek, ne de olsa şu sıralar fazlasıyla yorgun gözüküyor. Annem beni öldürür belki ama sürpriz bir ziyaret yapmadıkça durumdan haberi de olmaz sanırım. Doğum günüm yaklaştı mı acaba? Sanmıyorum -Gerçi, hangi aydayız ki? Lanet olsun, kahrolası güneş cidden battı mı? Uyumak istiyorum ama günlerdir uyumaktan başka bir şey yaptığım yok zaten. Umarım Hitoshi ev anahtarını almıştır, odadan çıkasım yok. Sanırım onun vizeleri var, lavaboya gittiğimde girişteki masanın üstü kağıtlarla doluydu. Yoruluyor olmalı, yorulması beklenecek kadar çok şey yapıyor. Sabah erkenden okula gidiyor, öğleden sonra yarı zamanlı işte çalışıyor, eve geldiğinde yemek hazırlıyor. Fark ettim de, uzun zamandır konuşmuyoruz gibi. Bana pek bir şeyler anlatmıyor artık. Belki de bir şey yaşamıyordur. Hep aynı döngü, okul-iş-ev. Bıkmış olmalı. Ben olsam çoktan bir köprüden atlamıştım, çok iyi idare ediyor. Gerçi o sanırsam biraz da ölümden korkuyor, o yüzden atlamayı tercih etmez belki. Silahı ağzınıza dayamak kusursuz bir seçenek olurdu, tabii yeterince cesaretiniz varsa. Ayrıca silah elde etmek için de pis insanlarla iletişim kurmak zorundasınız, çok yorucu. Bazen kafamı beynim dağılana kadar duvara vurmak istiyor-
Kapı?
Ah, mesai çoktan bitmiş. Hitoshi'nin anahtarı yanına almasına sevindim doğrusu. Şu an büyük ihtimalle çantasını kanepenin yanına bırakmış ceketini çıkarıyordur. Evet, sonra lavaboya gidecek; ardından üstünü değiştirmek için odasına dönüyor. Adımları biraz ağır, ara sıra dudaklarından kısa oflamalar çıkıyor. Yorgun sanırım. Eh, haklı; eminim ki çalıştığı sinema salonundan buraya kadar yürümüştür. Uzun bir mesafe değil ama bu tarz rutinleri her gün eksiksiz uygulamak yorucu olabiliyor. Ah, sanırım şimdi annesiyle konuşuyor. Sesi cidden bitkin, uzaktan gelse bile bu anlaşılabiliyor. Bazen nasıl dayandığını merak ediyorum, ben asla yapamam -yapamıyorum. Okul-iş-ev, okul-iş-ev, okul-iş-ev ve bu böyle sürüp gidiyor. Ne zaman bitecek? Her şey ne zaman-
"Annen arıyor."
Ah, Hitoshi şu sıralar gerçekten yorgun görünüyor. Sesindeki bitkinliğin tenime battığını hissedebiliyorum. Ona biraz yardımcı olabilsem... Belki birkaç ev işi, sıcak bir yemek ya da en basitinden bir fincan kahve? Hadi ama, Denki, bunu yapabilirsin herhalde.
Ben battaniyemi üstümden atana kadar Hitoshi çoktan yanıma gelmiş oluyor. Üzerinde hâlâ kot pantolonu var. Telefonu elime bırakıyor -telefonun benim olduğunu da o sırada fark ediyorum-, ardından aceleyle odadan çıkıyor. En kısa sürede üstünü değiştirmek istiyor sanırım.
"Evet?"
"Tanrı aşkına!" Annemin ince sesi öyle bir dolduruyor ki kulaklarımı, rüyalarıma gireceğini şimdiden tahmin edebiliyorum. "Kaç gündür seni aradığımdan haberin var mı, Denki? Telefon ne için kullanılıyor sence?"
Derin bir nefes alıyorum, aklım hâlâ Hitoshi'de. Şu sıralar bir gariplik var gibi. Bir haftadır ilacımı içip içmediğimi sormuyor, hafta sonları evde durmuyor, yemek istemediğimi söylediğimde ısrar etmiyor.
Şu sıralar ev olduğundan da soğuk hissettiriyor. Tüm gün kendimden başkasını duymuyorum. Hitoshi konuşmuyor, konuşacağı zaman da mutfaktaki balkona geçtiğinden sesini yükseltmedikçe fark edemiyorum onu. Sanırım bu hafta eve gelmediği bir gece oldu -belki de ben bir ara uyuyakalmışımdır ve o da o sırada gelmiştir, sabah da erkenden çıkması gerekmiştir. Bilmiyorum. Ne zamandır konuşmuyoruz ki onunla?
"Beni dinliyor musun genç adam?"
Annemin sözleri dikkatimi yerine getiriyor, telefonu yatağımın üstüne bırakıyorum ve istemeye istemeye odadan çıkıyorum. Hitoshi'nin odasının kapısı yarı açık, içeriden adım sesleri geldiğini fark edince oraya doğru gidiyorum. Tavandaki lambadan yayılan beyaz ışık o kadar parlak ki başıma şiddetli ağrılar sokuyor. Hitoshi buna nasıl dayanabiliyor? Herkes nasıl o perdeleri bizzat açacak enerjiyi buluyor?
"Hitoshi?"
Sesim o kadar çatlak bir tonda çıkıyor ki duyar duymaz keşke o yataktan kaldırmasaydım kafamı diye geçiriyorum içimden. Midem bulanıyor, ışık çok fazla. Hitoshi bana bakıyor, göz altları her zamankinden daha çok karanlık gibi geliyor fakat karanlık büyüdükçe sorunun bende olduğunu anlamaya başlıyorum. Her zamanki gibi, sorun bende. Ağzıma tek lokma sokmak istemememde. Yataktan çıkmamak için türlü bahaneler arkasına saklanmamda. Sabah-akşam içilmesi gereken lanet bir ilacı dahi unutmuş gibi davranmamda. Çatlak sesimde. Kuru saçlarımda. Titreyen ellerimde. Kendisini uyumaya programlayan tembel kaslarımda. Her türlü olumlu düşüncenin üstünü kapatmak için çabalayan zihnimde.
Sorun benim.
Yerle gök birleşiyor, karanlık artarken kafamda keskin bir acı hissediyorum. Bir an Hitoshi'nin parlaklığını yitiren gözleri beliriyor zihnimde. Öyle yorgun bakıyor ki... Sanki... Sanki...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
asla, asla yaşanmayacaktı bunlar |•| kamishin
Fanfictionbüyük ihtimalle hiçbir zaman devamını getiremeyeceğimden sonsuza dek tek bölüm olarak kalacak kamishin-shotlarım #bu arada içeride limonatalar bizden ve kedilerimiz de -katsuki hariç- gayet sevecendir [ tetikleyici uyarısı! ] çoğunlukla angst yazıyo...