Uyandığımda kendimi karanlık ve rutubet kokan bir odada bulmuştum. Kadim duvarlarla çevrili hapisaneden ayrılalı bir hafta kadar olmuş olmalıydı. Sonra bindirildiğim gemiyi anımsadım. Evet şu anda o geminin içinde olmalıyım diye düşündüm. Duvarların bir sağa bir sola sallanmasından, haklı olduğum kanaatine varıyordum. Neden sonra burada yalnız olmadığımı fark ettim. Tam karşımda, karanlığın içinde parlak kırmızı gözleriyle bana bakan bir elf oturuyordu.
Dışarıdan gelen ve gittikçe yakınlaşan bir ayak sesi işittim. Elf bana sessiz olmamı çünkü gardiyanın buraya doğru geldiğini söyledi. Derken kapı açıldı ve içeriye iri yarı bir adam girdi. Adamın üzerinde denizcilere has deri bir giysi vardı fakat beni asıl şaşırtan bu adamın imparatorluk nişanı taşımasıydı. İmparatorun korsanları kullandığnı bilmiyordum doğrusu.
Adam koyu siyah gözlerini üzerime dikerek bana ayağa kalkmamı ve kendisini takip etmemi söyledi. Pek de kibarca olmayan bu daveti kabul etmek zorunda hissettim kendimi. Ne de olsa bir tutukluydum ben ve hiçbir şeye itiraz etmeye de hakkım yoktu.
Geminin güvertesine çıktık. Yukarıya açılan kapağın ardındaki gün ışığı gözlerimi öylesine aldı ki ilk başta hiçbir şey göremedim. Neden sonra gözlerim kendine geldi ve yanaşmakta olduğumuz sahil kasabasını görebildim.
Gemi köprüsü indirildi ve ben de tahta köprüden ilerleyerek toprağa ilk adımları attım. Karşımda zırhlı kıyafetleri içerisinde bir imparatorluk süvarisi duruyordu. Bana ismimle seslenerek "Hoş geldin Khan" dedi. "Burası Suran'dır. Küçük bir sahil kasabası. Fakat imparatorluk sınırları içerisinde kalır ve buraları savunmak ta bizim görevimiz. Sen artık bir mahkûm değilsin. Fakat tamamen de özgür sayılmazsın. Senden yapmanı istediğimiz bazı şeyler var. Unutma ki serbest bırakılmanı tamamen imparatora borçlusun. Onun emirleri olmasaydı belki de çoktan ölmüş olurdun. Şimdi bu belgeleri al ve beni takip et."
Süvariyi takip ettim ve beraberce bir tepeye tırmandık. Hiç tanımadığım bu diyarı merakla izliyordum. Daha önce Morrowind'in bu ülkesine hiç gelmemiştim. Bir çok maceracıdan Vvardenfell hikayelerini defalarca dinlemiş olmama rağmen yinede çok tuhaf gelmişti buralar bana. Tepenin üzerine vardığımızda oldukça ilginç bir canlıyla karşılaştım. Yaklaşık on-on iki mızrak boyundaki bu canlı başlangıçta beni ürkütüyse de sonra onun bir taşıma aracı olan silt trader olduğunu öğrendim ve oldukça rahatladım. Silt trader'ları daha önce de duymuştum ama neye benzediklerini bilmiyordum doğrusu. Dev bir böceği andıran bu canlının gövdesinde oldukça geniş bir oyuk vardı ve bu oyuğa yaklaşık elli insan sığabilirdi. Silt trader lar belli rotalar üzerinde seyahat edebilme imkanı sunuyorlardı ve bu diyardaki en iyi ve en ucuz ulaşım aracıydılar.
Süvari bana yüz altın verdi ve Balmora'ya giderek orada Casius Cosades'i bulmamı söyledi. Ayrıca O'na iletmem için de bir mektup verdi bana.
Silt trader'la olan yolculuğumun sonuna gelmiştim. Sonunda Balmora'daydım. Silt trader'dan indim ve önümdeki merdivenlerden aşağıya doğru süzülmeden önce Balmora'yı seyrettim. Şehrin üzerine bir sis tabakası çökmüştü. Evler şehri ikiye ayıran bir nehrin iki yakasına da düzenli bir şekilde yerleştirilmişlerdi. Çok büyük bir yer sayılmazdı. Mimari standarttı. Tüm evler birer kutuyu andırıyorlardı ve hepsi de taştan yapılmışlardı. Evlerin damlarında canlılar görüyordum. Öğlen olmak üzereydi ve sokaklar kalabalıktı.
Merdivenlerden aşağıya indim ve Casius'u aramaya koyuldum. Nehrin kenarında duran bir Dwarf gördüm ve ona sordum. Bana nehrin karşı tarafına geçmemi ve şehrin sonuna kadar yürümemi söyledi. Taş körüden karşıya geçtim ve yürüdüm, sağa döndüm ve ilerledim. Sonunda, üzerinde "Burası Casius Cosades'in ikâmetgahıdır" yazılı bir kapıyla karşılaştım. Nihayet Casius'un evini bulmuştum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
VvARDENFELL GÜNCESİBölüm 1
FantasyUyandığımda kendimi karanlık ve rutubet kokan bir odada bulmuştum. Kadim duvarlarla çevrili hapisaneden ayrılalı bir hafta kadar olmuş olmalıydı. Sonra bindirildiğim gemiyi anımsadım. Evet şu anda o geminin içinde olmalıyım diye düşündüm. Duvarların...