Sabri Bey sakin ve temkinli bir insandı, özellikle de insanların içinde. Kendini hiç ait hissedemediği insanların arasında gizlice dolaştı ve onların gözünde silikti silueti. Bir sığıntı gibi yaşadı yıllarca. Ne bir dost, ne bir sevgili, ne de bir evcil hayvanı oldu. Bir çiçeği dahi olmadı sulayıp ilgileneceği. Onun zihnindeki dünya ile yaşadığı dünyanın tek ortak noktası, gökyüzü: ikisinde de maviydi. Sabri Bey, ne yaşadıysa farkında değildi, zaman onu küçük bir çocukken alıp, birden yolun yarısını çoktan tamamlamış bir adam yapıvermişti. O artık kırklarının sonunda bir çocuk oluvermişti.
"Aslında büyümek çileli iş," derdi küçükken babası Sabri Bey'e, inanmazdı ona.
Büyüyünce koca adam olacak, istediği zaman her şeyi yapacaktı, eve akşam ezanından sonra da gelebilecek, dilediğince oyun oynayabilecekti. Ama bu küçük bir çocuğun büyüme arzusunun istekleriydi. İnsanlar büyüyünce hayalleri; düşünceleri orantısında kirlenir ve gelişir, her şey saflığını ya kaybeder ya da her şey anlamsızmış gibi görünürdü. İşte Sabri bey'in de öyküsü burada başlıyor ve bir o kadar da çabuk bitiyor. Babası Nazım Bey: çok dobra, kaba saba bir adamdı. Sevgisini de şiddetle gösteren bir insandı.
Sevgiyi bilmeyen bir adamın en büyük sevgi gösterisi de oğlunun kafasına vurup;" Ne yapıyorsun lan, hergele ?" olurdu.
Sabri Bey, hep korkardı babasının bu sorusundan çünkü öfkesi de sevgisi de aynıydı.
Çocuk aklı ya, "Bir şey yapmadım,"diye savunurdu kendini.
Nazım Bey'in eve içip geldiği günler ise, Sabri Bey ve annesi Selda Hanım'ın en korktuğu geceler olurdu. Ne ana kalır, ne bacı, ne de evde kırılacak herhangi bir şey. Kırılacak şeyler bitince de Sabri Bey ve Selda Hanım'ın kemikleri de işini görürdü Nazım Bey için. Sert adamın sert kuralları olurdu. Erkek adamın erkek oğlu olurdu. Erkek adamın bir lafı iki edilmezdi. Bunları ezbere bilen Nazım Bey'in başkasına verecek nutku çok ama alacağı nutuk ise hiç olmazdı. Sabri Bey, hep bir kardeşi daha olsun isterdi ama büyüdükçe bu cehenneme başka bir çocuğun yanması için gelmesini istemek, çok saçma bir istek olurmuş gibi geliyordu ona. Sabri Bey ne incitir, ne de kırardı. Ona ne söylenirse yapardı, itiraz etmeden. Hiçbir şeyi yoktu belki ama olmayanın da, olanın da kıymetini bilirdi. Selda Hanım, gün arkadaşları ile geze dururken aç karna sokaklarda gezinen küçük bir çocuk olmanın ne demek olduğunu iyi bilirdi. Kural kuraldır, evde Selda Hanım yokken Sabri Bey'in de evde olması yasaktı. Malum, ev düzeni falan. Eve döndüğünde Selda Hanım, Sabri Bey'i zamanında eve gelmediği için cezalandırırdı.
Hep düşünür dururdu Sabri Bey "Ben mi kötüyüm, yoksa onlar mı?"sorusunun cevabını hep kendisinin aleyhine çıkarırdı.
El kadar çocuk nereden bilecek hatanın kendisinde olmadığını.
Nazım Bey, Sabri Bey'i hep aşağılar: "Ondan bir baltaya sap bile olmaz." der dururdu.
Selda Hanım da az buçuk savunur gibi olur ama sonra pes ederdi. Nazım Bey dediğim dediktir. Lafının üstüne laf söylenmezdi. Böylesi bir hataya düşmek bile Selda Hanım için sancısı geçmeyecek bir baş ağrısına sebep olurdu. Nazım Bey münakaşanın üslubunu bilen biriydi, ağzı iyi laf yapardı mesleği gereği. Tartışmak için açtığı o kokan ağzını güzel sözler için açsaydı belki Sabri Bey de güzel sözler etmeyi öğrenirdi. Nazım Bey avukattı. Oğlu da onun izinden gidecekti başka seçeneği yoktu, aile işi buydu. Oysa Sabri Bey, bir şey olmak istemiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Garipler Tüneli
Short StoryBir insan olmak zor, bir de insan olarak yaşamak.. Hayat gelir ve geçer mevsimler gibi. Gözlerini açarsın kabusun ortasında. İşte o an anlarsın neyi anlamadığını.. Başından beri kabusun farkında olmanın külfeti ile yaşayan Sabri Bey'in uzun olamaya...