Akın Yücel

50 3 5
                                    

          Ufak kalabalık dağılırken bağış kutusunun olduğu yere ilerledi ancak başkasının ondan önce davrandığını görünce kaşları çatıldı. Ne olduğunu kavrayamadı şaşkınlığından.

          Liseden kalma bir grupları vardı, grubun bateristiydi ve işinde oldukça iyiydi. Çalarken kendinden geçiyordu, bateri çubuklarını vücudunun bir parçasıymış gibi kullanıyordu adeta. Başlarda sadece eğlencesine çalıyorlardı ancak birinin dalga geçmek için çekip sosyal medyada yayınladığı videoyla mucizevi sayılabilecek bir şekilde sevilmişlerdi. Bunun üzerine kendi sayfalarını açtılar ve ufak çaplı konserler vermeye başladılar. Para almıyorlardı ancak bağış yapmak için bir kutuları vardı. Gün sonunda en azından yüz kağıt kadar buluyorlardı, şanslılarsa beş yüz. Herkes bağış yapmak için hevesli değildi, bu onu bazen sinirlendiriyordu. Eskiden yardım etmek için davulu ağlattığı insanların yerindeydi bu yüzden insanların biraz daha eli bol olmasını dilerdi ancak tanımadıkları insanlar bir yana kendi akrabalarına bile yardımı çok gören insanlarla doluydu dışarısı.
          Otuzlu yaşlarına merdiveni dayamıştı bile. Hala doğru dürüst bir işi yoktu. Lise bitince okulu bırakmış ve evi terk etmişti. Bulduğu terk edilmiş, delme çatma, kulübe benzeri bir yerde kalıyordu. Sokakta kalmaktansa bunu tercih ederdi tabii ancak çatıdaki koca delikten içeri kuş pislikleri girmeyen bir yerde yaşamanın hakkı olduğunu düşünüyordu. Burada kendini ahırdaki herhangi bir hayvan gibi hissediyordu.

          "Hey!" Seslendiği kişi havanın karartısına aykırı olarak beyazlar içindeydi, ona doğru dönmüş olmasına rağmen yüzünü görmekte zorlanıyordu. Görebilse bile çok kısa bir süre içinde adam kutuyu alıp koşmaya başlamıştı, yüzünü aklında tutması için görsel hafızası fazla zayıftı. "HEY!" Seslenirken tepesi iyice atmış vaziyetteydi. Düşünemeden koşmaya başladı yalnızca, arkasından ona seslenen iki grup arkadaşını duymuyordu bile sinirinden.
İnsanları itip kakarak ilerlemeye çalıştı. Peşinden koştuğu kişi dağılmakta çok da acele etmeyen kalabalığın içinde kaybolmuştu ki grup arkadaşları Akın'ı tutmayı başardı. Sinirle derin bir nefes alıp evrene öfkesini kusmak ister gibi gözlerini gökte küçük noktalar halinde parlayan yıldızlara dikti ve alt dudağını neredeyse canını acıtacak şekilde ısırmaya başladı. Arkadaşlarının bir kaç klasik bir o kadar da işe yaramaz sakinleştirme cümlelerinden sonra tekrar kalabalığa baktı. Beyazlar içindeki adam elindeki kutuyla öylece duruyor ve gülümsüyordu. Şapkası ve kapüşonu yüzünden gözlerini göremese de o aptal sırıtışını görmek Akın'ı çileden çıkartmıştı. İki yanında onu kollarından sıkıca tutan arkadaşlarını sertçe savurup kurtularak yeniden koşmaya başladı. Bu sefer her bir adımı daha sert, daha kararlı ve daha öfkeliydi. Bu sefer konu çalınan para değil, elinden öylece kurtuluşu ve ona olan rahat davranışıydı. İçinden onu elime bir geçireyim ile başlayan cümleleri sıralarken siniriyle beraber gülümsedi.
          Kalabalığı aşmışlardı. Bir kaç metre sonunda sol köşeden döndüler. Akın adamı kaybetmişti. Onu göremiyordu. Neredeyse kimsenin olmadığı ve daha önce uğrama zahmetinde bulunmadığı bir sokaktaydı. Burada nasıl gözden kaçırabilirdi onu? Sağına, soluna hatta yukarıya bakındı ondan bir iz bulabilmek için. Belki Sindirella gibi düşen bir ayakkabı, neden olmasın?
Aradığını bulamayınca ağızından sessiz sessiz küfürler savurarak ilerledi. Hangi yoldan geldiğini hatırlamaya çalışıyordu ancak bütün yollar aynı görünüyordu gözüne. Neyse ki onu biraz da olsa sakinleştirecek şeyi bulmuştu.

          Küçük bir tekel olmasına rağmen içi çok hoş döşenmişti. Şişelerle dolu olan dolapların ışıkları gözünü alıyordu. Birini kaptı ancak cebinde tek bir kuruşu bile olmadığını biliyordu. Karıştırsa belki bir sakız almaya bile yetmezdi çıkacak olan. Kasaya gitmeyi, biraz rastgele bir soru sorup onu lafa tutarak görüş alanının dışındaki küçük kutululardan bir tane almayı ve diğer şişeyi yerine koyup bir şey almamış gibi gitmeyi umut ediyordu ancak kasanın arkasındaki kişinin dükkanla fazla alakası olmayan bir genç olduğunu görünce elindeki şişeyi rahatlıkla çıkarabileceğini düşündü. Belki onun geldiğinin bile farkında değildi. Elindekini almayı umut etmediğinden rastgele seçmişti bu nedenle yerine geri koydu ve biraz bakındı. Onu en çok sakinleştireceğini düşündüğü şişeyi alıp resmen elini kolunu sallayarak dışarı çıktı. Hareketleri seriydi. Bunun yanlış olduğunu bilse de o an pek bir şeyi umursamıyordu. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu düşünmek aslında sandığımızdan daha zordur ve daha çok zaman alır bu yüzden genellikle çoğunluğu takip ederiz, gerçekte ne doğru vardır ne de yanlış.
          Aynı serilikle adımlarının sertliğini de koruyarak tanıdık bir yer bulma amacıyla artık kimsenin kalmadığı sokakta yürüyordu.

          Elindeki şişeye bakarken git gide iğrendiği ailesine benzediğini düşündü. Babası ve amcası her gün içer, annesi bu sarhoşlar yüzünden bir süre evi terk edip parası bitince dönerdi. Anlaştıkları tek konu Akın'ı hiç istememiş olmalarıydı buna rağmen evde uzun süre çalışan tek kişi o olduğundan çoğunlukla yanından ayrılmazlardı. Bu yüzden gitmişti ya oradan. Paragöz ve ayyaş insanlara doymuştu onlar sayesinde. Annesi bir iki damla yaş dökmüştü en azından ancak çok da bir şey hissettirmemişti bu Akın'a, ne de olsa yaşlar Akın için değil kazandığı para içindi. Onun için yaptıkları tek içten şey aldıkları bateri olmalıydı. Hoş, daha sonra onun da lafını yapmışlardı. Akın evden ayrıldıktan sonra dışarıda kalmaya başladı. O sıralar bir fırında çalışıyordu ancak dükkandan bazı şeyleri aldığı öğrenilince oradan da ayrılmak zorunda kalmıştı.

          Şişeye diktiği gözlerini kaldırdı ve onu kırma dürtüsünü bastırdı, bir süre için midesine girecek olan tek şey oydu ne de olsa.
Tanıdık bir sokağa rastladığında evinin yolunu tuttu. Buraya ev demek istemese de çok da bir şey fark etmeyecekti, sonuçta orada yaşıyordu.
          Kapının önündeki çöp konteynırının içinde başına bela olan kediyi gördü. Yine susmuyordu. Akın zaten sinirliydi ve ondan kurtulmak için zaman kolluyordu. İçerideki yıkık dökük ortama bir de dağınıklığı eşlik ederken elini koyduğu gibi bir çuvalı alıp konteynıra geri dönüdü, bu dağınıklığa alışkın olduğu her halinden belliydi. Yerdeki hazır yemek kapılarını ustalıkla aşarak dışarı çıktı. Eli biraz kirlenmiş olsa da kediyi çuvala atmayı başardı. Sonunda sessiz bir gece geçirecekti. Çöpten gelen boğucu ve rahatsız edici koku, temizlenmesi gereken sözde ev, havanın soğukluğu ve çalınan para umrunda değildi sanki. O kedi gidecekti. Ondan kurtulacaktı.
Evinden biraz uzakta bir sahil vardı, adımları orayaydı. Üşümesine ve yorulmuş olmasına rağmen önemsemedi. Oraya vardığında kediyi eline aldı. Yüzüne bakıp göz devirdi.
"Şirinliğinden etkilendiğimi sanma, çok konuşanları sevmezler. Gittiğine çok sevineceğim, kedi." Bir kez daha miyavlayan kediyi yüzüne yaklaştırdı. "Köpekler yüzme biliyorsa sen de biliyorsundur herhalde, peşimden gelmeni istemiyorum."
          Kedi sanki onu anlamış ve sinirlenmiş gibi tıslayarak yüzüne ufak bir çizik attı.
          "Evet, artık yüzme bildiğine eminim. Sağ ol." derken onu cansız bir nesneymiş gibi suya bırakıverdi. "Görüşmeyelim!"
          Eve ilerleyip sahili ardında bırakırken kendi kendine aslında seni özleyeceğim diyordu sanki kedi bunu duyabilecekmiş gibi. Uzun süredir ona eşlik eden biri yoktu ve sürekli orada olan tek şey o kediydi. Orası onun için de bir ev gibiydi. Nefret ettiği, anlaşamadığı bir arkadaşıydı. Belki de iki grup arkadaşıyla daha iyi geçinmeliydi ya da daha az umursamaz davranmalıydı. Onlara neredeyse hiçbir şeyi anlatıyordu mesela. Yaşadığı yeri bile bilmiyorlardı. Belki de bilmemeleri daha iyiydi en azından onların göz zevkleri için.
          Akın dışarıdan bakılınca biraz sosyopat gibi görünüyordu, doğru ancak sonrasında her zaman içi sızlıyordu. Göründüğünün aksine daha çok başkalarını düşünürdü.
"Özür dilerim." dedikten sonra şişeyi açıp bir yudum aldı.

          Bir iki adım sonra aradığı asıl şeyi bulmuştu. Sindirella masalındaki gibi bir ayakkabı değildi belki ama bu daha iyiydi onun için. Tek tek evleri gezmesi gerekmeyecekti en azından. Bulduğu şey ise bir gölge, gölgenin ucunda aynı rahat gülüş. Aldırış etmemeye çalıştı çünkü bulaşırsa kendini tutamayıp adama bir şeyler yapmaktan korkuyordu. Hayatta katil olarak bir rolü olacaksa öldüreceği kişi o ayyaş babası ve amcası olurdu. Onlara bir şey yapmayıp kendini tutmuşken burada tutamazsa yazık olur diye düşündü. Bu sefer elinde kutu yoktu. Karşısında öylece duruyordu. Akın yine ufak bir küfür savuştururken adama sinirle bağırmaya başladı. Daha fazla dayanamazdı.
          "NE İSTİYORSUN LAN!-" Daha aklındaki cümlelerin devamını getirmeden ağızı kapatılmış ve kolları sarılmıştı. Elindeki şişe yere düşüp içindekinin dökülmesiyle kaldırımı ıslatırken Akın da kaçmak için çırpınıyordu. Konuşabilse yine bildiği bütün argo ve küfürleri ardı ardına sayacaktı ancak ne konuşabiliyordu ne de hareket edebiliyordu. Çırpınmaya devam ettikçe daha da sert tutuluyordu. Ve batıyordu karanlığa. Sokakta kimsenin olmadığını o an fark etmişti. O adama bir yumruk sallayamadıkça daha da çıldırıyordu içinde. Baskıyı üzerinde daha çok hissederken boynundaki küçük bir yerde ufak bir sızı hissetti. Hatırladığı en son şey yerde yatarken yıldızların diğer günlere göre daha fazla oluşları ve bir kaç adamın başında dolandığıydı.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Sep 30, 2021 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

48 SAATHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin