1'

191 14 46
                                    

1' Hold on to me, we will go on a long voyage

1985, 73 years after Titanic disaster

"Yapımı, 2 Nisan 1912'de resmi olarak tamamlanan ve 8 gün sonra ilk seferine çıkan dönemin en büyük ve lüks gemisi Titanik, soğuk sularda geçen 5 günün ardından yola çıktığı Güney Atlantik Okyanusunda batarak 1514 kişiyi kendisi ile birlikte derinlere çekmişti. Büyük facianın ardından geçen 73 yılda, batışı hala bir gizem olan devasa geminin enkazından dalış ekibinin beklediği elmasa ulaşılamadı."

Avuçlarının arasındaki pürüzsüz çamur, istediği şekle bürünürken televizyondaki cümlelerle duraksamıştı sarı saçlı adam. Ellerini aceleyle, masanın üzerinde hazır bulundurduğu peçetelerden birine gelişigüzel silip küçük televizyona yaklaştı. Üzerindeki uzaktan kumandadan, gözündeki gözlükleri yardımıyla bulduğu ses tuşuna basıp televizyondaki spikerin sesinin net duyulmasını sağladı. "Tam 73 yıl sonra enkazına ulaşılan gemi, battığı okyanusun 3657 kilometre derininde bulundu. Büyük denizaltılar yardımıyla ulaşılabilen gemide bulunan büyük paslı çelik kasa çıkarıldı ve aranılan elmasa ulaşılamadı. Buna rağmen, kasanın içerisinden çıkan el yapımı bir çizimde genç bir erkeğin çıplak bir şekilde uzandığı koltukta poz verdiği görülüyor. Peki bu genç kim ve çizim, kim tarafından yapıldı?" Kalın çerçeveli gözlüklerinin altında dolu dolu olan gözlerini, bir yaş akmadan silmek için elinin tersini yüzüne götürse de, bu eylem için geç kalmıştı. Gözlüklerini çıkarıp yanındaki masaya koydu ve zar zor ayakta duran bedenini sandalyelerden birine attı. "Büyükbaba iyi misin?" Büyükbabasının en sevdiği yemeği yapmak için saatlerdir mutfakta olan genç kız, elini sildiği havluyu telaşla kendisine yakın olan komodine bırakıp sandalyedeki büyüğüne ilerlemişti. "Ne oldu, tansiyonun mu düştü?" Yaşlı adam kendisini toparladığına emin olduğunda torununu daha fazla endişelendirmemek için başını sallayıp gözlerini temizlemişti. "Telefonu uzatabilir misin?" Torunu hea woo, nedenini anlamasa da büyükbabasının isteğini ikiletmeden siyah ev telefonuna uzanıp adamın ellerine tutuşturmuştu. Sarı saçlı adam titreyen elleriyle masadaki gözlüklerine tekrar uzanıp gözlerine yerleştirdi ve televizyondaki altyazıda geçen numarayı hea woo'dan okumasını istedi. Numarayı tamamlayıp anlık bir tereddütten sonra arama tuşuna bastığında bir kaç çalıştan sonra ahizenin diğer tarafından derin bir ses gelmişti. "Amerikan Donanmasından emekli olan Robert Ballard ile görüşüyorsunuz. Size nasıl yardımcı olabilirim?"

Yetmiş üçlerindeki adam, karşı hattaki ingilizceye hala daha oldukça iyi olan telaffuzuyla karşılık verdi. "İsmim Jungkook. Jeon Jungkook. Biraz önce enkazdan çıkarılan resimdeki kişi benim." Her iki hatta da duraksamalar vardı. Karşı hattaki emekli asker duyduklarının şokunu sindirmek için bekliyorken jungkook, 23 yaşında başından geçen büyük felaketi anımsıyordu. "Pekala, sizden buraya gelmenizi istesem bunu yapabilir misiniz? Bir helikopter göndereceğim ve bu araştırmayı, kazadan kurtulan birisi ile yürüteceğiz, sizce nasıl olur?" Kabul etmek istiyordu ancak korkuyordu. Okyanusun yüzeyinde, elinden tuttuğu sevgilisiyle olan mücadelelerinin hüsranla sonuçlandığını hatırlamaktan ve her şeyi tekrar yaşamaktan çok korkuyordu. Bunlara rağmen, içindeki korkuyu bastırmak için kendisiyle savaştı ve konuştu. "Kabul ediyorum."

Gönderilen helikopterin içerisindeki camdan, üzerinde uçtuğu devasa okyanusa baktı jungkook. Yıllar önce başlarına gelen korkunç bir kazanın kendisinden neler götürdüğünü hatırladı. Taehyung'un, kendisini yıldızlara götüreceğini söyleyen sözünü tutmadığı aklına geldi. Kendisini bırakıp tek başına gitmişti yıldızlara. Helikopter, hafif sarsıntılarla büyük araştırma gemisinin orta alanına iniş yapmış ve kapı açılmıştı. Tekerlekli sandalyesinin tekerleklerini elleri yardımıyla itmeye çalışırken kendisine yardım için gelen gençlere teşekkür etti. Torunu, büyükbabasına yardım eden gençleri hafifçe itip kendisi, karşılarında ellerini önünde bağlamış adama sürmeye başladı. Adam kendisinden yaşça büyük adamı gördüğünde gülümsedi ve saygıyla eğilip konuştu. "Hoşgeldiniz Bay Jeon. Ben Robert. Telefonda konuştunuz kişi." Jungkook hatırladığını belli etmek için onun gibi gülümsedi ve başını salladı. "Bir şeyler ister misiniz?" Sarı saçlı kendisine sorulan soruya karşı başını yan tarafında kalan okyanusa çevirdi. "Resmimi görmek istiyorum." Emekli subay gülümsedi ve yanındaki gence eğilip resmi getirmesini söyledi. "Torunum hea woo ile tanışın. Benimle o ilgileniyor." Saçları beline uzanan uzun boylu genç kız, ufak bir baş selamı verip yeniden büyükbabasına döndü. "İstediğiniz resim efendim." Subay kendisine verilen resme kısa bir bakış attıktan sonra asıl sahibine uzattı. Jungkook, uzun süre suda bekletilen nemli kağıdı ellerinin arasına aldığında göz kapaklarını kapattı ve onu gördü. Kendisi, hiçbir utanma olmaksızın koltuğunda boylu boyunca uzanırken karşısındaki oğlanın parmakları arasında tuttuğu kalem ve kağıdı nasıl sıkı kavradığına baktı.

Dying together in this utopiaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin