Sabahın erken saatleriydi.Ne gerek vardı ki sabahın köründe okula gitmeye ? Aslında diğer öğrencilerin aksine ben okulu severdim. Bizim grupta eğlence aksiyon ne istersen var.
Sabah sabah mayışık bir halde yola koyulmuştuk.Altımda ten rengi bir şort etek ,üstümde iğrenç ötesi sıkıcı renklerde okul forması...
Diğer günlerin aksine Kuzey'le sessiz sedasız, kavgasız oturuyorduk. Her sessizliğin bir nedeni varmış ya !!! Bizimki de sonradan hayatımın değişim noktası olarak belirdi.
Annem önde sabahın körü olmasına rağmen 'bi nebze' solmayan güler yüzüyle arabayı sürüyordu.Kırmızı ışıkta aniden durunca hafif bir sarsıntı yaşandı. Annem kırmızı ışık süresinden istifade ederek bize kısa ama hayat dolu bir bakış attıktan sonra pür dikkat önüne döndü. Kuzey (16 yaşında olmasına rağmen) büyük hayranlıkla yüksek inşaatın tepesindeki ışıklı vince bakıyordu.Nerden bilebilirdi ki o vincin canımızdan can koparacağını ?
Sıkıntıdan kırmızı ışık saniyelerini saymaya başladım.
41,40,39,38,37,36,35 BUUUMMM !!!!
Kuzey'in hayranlıkla baktığı vincin ipleri boşalmış, etrafta ölümcül sessizlik dolaşıyordu.O anki korkumuzun haddi hesabı yoktu.Gelen ani refleksle birbirimize birdaha bırakmayacakmışçasına sarılmış, sanki birşeylerin değişmesini bekler gibiydik.Gözlerimizi sımsıkı kapayıp kafalarımızı birbirimizin boyun çukurlarına gömmüş sakinleşme çabasındaydık.Ama hiçbir şekilde, hiçbir etkisi yoktu !
Bir anda oluşan ses , ölümcül bir şekilde ürkütücü olan sessizliği ortadan def etmişi.Yavaş hareketlerle kafamızı kaldırmış ağzımız bir karış açık bakakalmıştık.
Bir damla kan görmeye dayanamayan Asel Altınay bir gün annesini kanlar içinde göreceğini nerden ve nasıl tahmin edebilirdi ki ?Benim ölümsüz meleğim arabanın ön koltuğunda hareketsiz bir pozisyonda yatıyordu. Yüzü bembeyaz ama güzelliği bir nebze solmamış gülümsemesi hiç eksilmemişti. Arabanın ön camı tuzla buz olmuş ortadan bir demir bizi tehdit edercesine içeri girmiş bize bakıyordu.
Gözlerimi korku eşliğinde hafifçe kısarak demir çubuğun gidiş yönünü takip ettim. Ha ??? Böyle bir ölüm şeklini ne tahmin edebilir ne de bunu ömrüm boyunca sindirebilirdim.Lanet olası demir benim "Ölümsüz Meleğime " saplanmıştı. Beyin sapı bölgesinden...
Kuzey biraz daha hareketsiz kalamayarak öne atladı , sanki biricik annemi uyandırabilecekmiş gibi sarsıyordu. Ben bu görüntüye biraz daha seyirci kalabileceğimi düsünmüyordum.Kalamazdım... Bu görüntüyü gözlerimden def etmeliydim...
Ellerim bu düşünceye uyarak bi çırpıda yüzümü bulduğunda ağladığımın bile yeni farkında varmıştım.
Arabadan inip deli gibi telefon aramaya başladim. Babam duysa ne yapardı ? Baygınlık ? Kriz ? Ya da daha kötüsü benim ÖLÜMSÜZ MELEĞİME aşık olan bu adam ya intihar ederse ?
'Sanırım bunları düşünmenin sırası değil' diye düşünerek kendime kızdım. Kendime bir anda uçarcasına koşarken bulmuştum.Bir müddet koşmuş, sonra üzüntü, uyku ve ağladıktan sonra gelen o direnmeye fırsat vermeyen yorgunluk hissi beni bitirmişi....
Bu ikinci hikayem :) Aslında birincisini anlık bi hevesle yazmıştım. Şimdi ise 2 kişi ve hikayeyi daha geliştirerek yazıyoruz. Umarım beğenirsiniz...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAHİP
HumorNe kadar masum, mutlu bir hayat yaşarken kırmızı ışık kurbanı olup anında değişen , çaresiz , mutluluktan yoksun bir hayat ? Her şey yeniden başlıyor...