bir

80 10 79
                                    

Eline sepetini almış sokaklarda dolaşıyor, yaşlıların ekmeği ve gazetesini kapılarına bırakıyordu genç adam.

Küçük bir mahalleye uğrayıp, o bölgenin en yaşlı dedesine selam verdi. İhtiyar olan pek severdi Minho’yu. Ona verecek ekmeği olup olmadığını sordu.

“Fazladan ekmeğin var mı evladım? Torunlar gelecek, aç durmasınlar.”

“Üç kapılık ekmek kaldı dede, hemen fırına gidip alayım senin için.” dedi yakışıklı genç. Kalan ekmekleri ihtiyaç sahiplerine verdikten sonra fırına uğramak için yolunu değiştirdi.

Bahtsızlığına bugün fırın bir hayli kalabalık görünüyordu. Acelesi varmış gibi görünen bir genç ilişti gözüne. Yüzünü çok net seçemedi. Anlamsız ifadeyle neler olup bittiğini izliyordu.

Kendi yaşlarında görünen genç çocuk arkasını döndüğünde gördü onun melek yüzünü. Beyninden vurulmuşa döndü adeta.

İlk defa böyle hissediyordu Minho, ölmüş de cenneti tadıyormuş gibiydi. Kafasını iki yana hızlıca salladı hemen, ortalık savaş alanına dönmüştü.

Köyün hanımlarından birisi genç çocuğa bağırmaya başladı, elinde tuttuğu bir kasa elmanın yarısı yerdeydi.

“Bunları toplamak için ne kadar uğraşıyoruz haberin var mı?! Ziyan ettin güzelim elmaların hepsini!”

Çocuğun gözleri dolmuştu, biraz daha devam ederse olduğu yere çöküp hüngür hüngür ağlayacaktı.

Minho hemen onların tarafına koşturup ikilinin arasına girdi. Bir eliyle gencin kolunu sıkıca tutarken, diğer elini orta yaşlı kadına doğru “dur” manasında uzattı.

“Jayeon teyze sakin ol! Belli ki arkadaş buralarda yeni, bizleri tanımıyor. Anlayış gösterelim biraz, ben sana yardım ederim bir dahaki hasat gününde.”

Jayeon diğer herkes gibi sever ve sayardı Minho’yu. Hemen yumuşayıp kabul etti söylediklerini. Gitmeden önce son kez genç çocuğa bakıp, kasadan bir elma uzattı.

“Al bakalım çocuk, özür niyetine.”

Çekingence gülümsedi, sincap gibi görünüyordu. Etraf sakinleştiğinde Minho genç çocuğu kolundan çekip köşedeki taşlara oturttu ve fırına girip ihtiyar için üç tane ekmek aldı zaten az olan parasıyla. Şimdi üç beş bir şey kalmıştı cebinde.

Fırın sahibine baş selamı verip çıktı oradan, tekrar sincap görünümlü çocuğun yanına gitti ve onu takip etmesini söyledi.

“İsmin ne bakalım senin?”

“İ-ismim Jisung. Ama bana soyadımla,  Han diye seslenirler, Jisung’u pek kullanmam, sevmem de.”

Yüzüne keyifli bir gülümseme ekledi uzun olan. Dişlerini göstererek gülüyordu, o şekilde baktı çocuğa.

“Tamam o zaman, ben Jisung diyeyim. Daha güzelmiş.”

Jisung utanıp parmaklarıyla oynamaya başladı. Durmadan kıkırdıyordu.

“Senin adın ne? Kaç yaşındasın? İşin var mı? Buralarda neler yapıyorsun? Nereye gidiyo-”

“Jisung-ah! Sakin olsana biraz, taramalı tüfek gibisin.”

İkili şapşal şapşal gülmeye başladılar birbirlerine. Çok gevşememesi gerekiyordu Minho’nun, bugün çok iş vardı. Bu yüzden hemen sorularını cevapladı Jisung’un.

“Benim adım Minho, on yedi yaşındayım. Köydeki her işe yardım etmeye çalışıp azıcık bir şeyler kazanıyorum, burada ekmek dağıtıyorum. Şimdi ise bir ihtiyarın evine, torunları için ekmek bırakmaya gidiyoruz. Oradan da tarlaya geçeceğim, öğlen oldu bile!”

Jisung onu şaşkın şaşkın izlerken, bunu desteklercesine nidalar çıkardı ağzından. Kendisi hiç böyle şeylerden anlamazdı. Sakince oturur resim çizerdi. Yaptığı tabloları da köy çocuklarına verip mutlu ederdi onları.

Minho’yu süzerken ve muhabbet ederken, keşke onun gibi olabilsem, diye geçirdi içinden genç olan. Bu sırada geldiklerini bile fark etmemişti.

Minho kapıyı tıklattı ve kendisinden yaklaşık beş yaş büyük, ailenin en genç oğluyla karşılaştı. Zamanında Minho ile aynı mekteptelerdi.

“Selam hyung! Uzun zamandır görüşemedik, nasılsın?”

“Merhaba Minho, seni gördüğüme sevindim. Her şey yolunda, sende nasıl durumlar?”

“Gördüğün gibi hyung, aynıyım. Oradan oraya koşturuyorum. Ah! Bak bu Jisung, yeni arkadaşım. Yukarı köyden buraya taşınmışlar, denizcilermiş.”

Jisung bir anda ilgi odağı olduğu için tedirgin olmuştu. Çekinerek ikiliye bakıyordu. Minho’dan aldığı destekle konuşmaya başladı.

“Merhaba, Han ben. Ya da Jisung işte..”

Büyük ikili Jisung’a kıkırdarken Minho geciktiğini fark etti ve ekmekleri teslim edip sincapla beraber yola koyuldular. Evet, Minho ona sincap adını vermişti.

Sokakları hızlı hızlı aşarken büyüklerine selam vermeyi ihmal etmiyordu Minho. Jisung da ondan gördüğü şeyleri tekrarlıyor ve köylülerle tanışıyordu.

Bütün yol böyle geçmişti. Herkes fazlasıyla enerjik görünüyordu. Tarlaya varmaya yakınlarken Jisung aklına takılan soruyu sordu büyüğüne.

“Hyung, ben seni bir daha nerede bulacağım? Nasıl ulaşacağım sana?”

“Her sabah güneş doğduğunda meydana gidip oradaki çeşmede elimi yüzümü yıkarım Jisung-ah, sonrasında fırına uğrayıp ekmek ve gazete dağıtırım evlere. Hasat günleri tarlaya giderim, eğer gerek değilse de gemilere uğrarım. Bazenleri köyün ahşap ustasına yardım ederim, oradaki bazı ürünler bana ait. Tamamen kendim yaptım.”

Minho yaptığı şeyleri büyük bir övgüyle anlatırken Jisung hayranlıkla dinliyordu. Onu her sabah meydanda bulabileceğini anlamıştı artık. Bunu aklının bir köşesine not edip tarlaya girdi büyüğüyle beraber.

Kocaman tarlanın bir kısmında kalan buğdayları hasat ediyorlar, diğer kısımda da elmaları topluyorlardı. Jisung elma toplamak istediğini söylediği için Minho onu onayladı ve elma tarlasına yöneldiler.

“Sıva kollarını Jisung-ah! Akşam üstü ancak biter işimiz, çok yorulacağız bugün çok!”

Elmaları toplamaya başladıklarında Jisung fazla mutlu görünüyordu. Böyle iyi karşılanmak onu rahatlatmıştı. Minho ona hem bir abi, hem de bir öğretmen olacak gibiydi.

Ağaçtan kopardığı elmaları sepetlere atarken minicik bir elmayla karşılaştı ve hemen hyunguna gösterdi.

“Hyung baksana, küçücük elma! Bunu saklayacağım!” dedikten hemen sonra kıyafetinin cebine koydu minik elmayı. Minho onu gülerek izliyordu.

Genç ikili ve onlara eşlik eden birkaç köylü neredeyse akşama kadar güle oynaya elma toplamaya devam ettiler. Akşam üstü saatlerinde ise tarladan ayrılıp evlere dağıldılar.

Minho yemek için Jisung’u meydana getirdi. Küçük olan öylece beklerken, diğeri elinde iki ekmek arası ve iki içecekle geri dönmüştü. Hızlıca yemeye başladılar, ikisi de çok acıkmıştı.

“Yedikten sonra seni evine bırakırım, yarın sabah burada buluşuruz tamam mı?”

Sincap sadece başını sallayıp Minho’yu onayladı ve yemeğine devam etti. Sonra da biraz dolaşıp evine gelmişti zaten. İçeriye girmeden önce büyüğüne teşekkür etmeyi unutmadı.

İkisi için de güzel ve unutulamayacak bir gündü. İkisi de günlerini böyle geçirmek istiyordu. O gece, birbirlerinden habersiz bir şekilde, birbirlerini düşünerek uykuya daldılar.

───
merhaba! yazım yanlışları varsa üzgünüm, o kadar baktım ama gözden kaçırmış olabilirim.

bu fic “Şeftali Kırmızısı ᳯ⸙ Minsung” ficinin tamamen değiştirilmiş hâlidir. lütfen diğeri nereye kayboldu diye sormayın.

umarım bu fici de çok seversiniz, ben yazarken bile beğendim. eğer siz de beğenirseniz vote ve bolca yorum atıp görüşlerinizi belirtmeyi unutmayın! bay baaayyyyy! 🌸

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jan 08, 2022 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

ihtilal melodisi, minsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin