"Bencil miydim ben? Gölgemin, önüme geçmesini istemek bencillik miydi? Ağaçların üstünde ki muazzam çiçeklerin, benim olmasını istemem bencillik miydi?.. Peki, rüyalarının bana ait olmasını istemem, o da mı bencillik değildi?"
"Küçük bir çocuktun." Gülümsedim, cevap vermemiş, tatmin etmemiş ama gülümsetmişti. Başımı eğip ona baktım. Tanrı, bu güzelliği de sorgulatıyordu.
"Şu an kocaman bir kadınım değil mi?" Donuk gözleri beni bulmuş, başını sallamıştı. Kocaman bir kadındım ben. "O hâlde küçük bir çocuktan farkım yok. Çünkü, her gün dudaklarının benim olmasını istiyorum. Söylesene, bu bencillik değil mi?" Parmakları dudaklarının üstündeydi, yine de yanakları gülümsediğini belli edebilmişti.
Aniden ayağa kalktı ve bir hamlede üstünü çıkardı, tekne sallanmış, yalpalamıştım ama düşmemiştim. Sessizce bileğimdeki tokayı aldı, uzun saçlarını özensizce topladı. Bu bizim günlük rutinimizdi, sonrasında ne yapacağını bilsem bile, merakla gözlerim onu süzerdi. Balıklarla dolu, berrak suyu inceledi ve daldı.Uzun süre onu teknede bekledim, öyle ki küçücük teknemizde resim çizmiş, dans etmiştim. Suyun üstünde bunları yapmaya bayılıyordum, tekne ritme göre sallanıyor, bende ona ayak uyduruyordum. Fakat, dans ederken nefesimi kontrol edemezdim hiç, elimde değildi. Bu hep böyleydi, çiçeklerim hasarlıydı.
Kendimi bir süre sonra uzanırken buldum, doğanın harikulâde senfonisini dinliyor, ayaklarımı sallıyordum.
Nihayet vakit gelmiş, su damlalarının çıkardığı sesler kulağıma ulaşmıştı. Telaşla ayağa kalkıp ona doğru adımladım. Tahmin ettiğim gibiydi, buruk bir gülümseme yolladı "bulamadım." Omuz silktim, hiç aramasını istememiştim "önemli değil, evrenin en güzel gölüne hediyem olsun."
Tekneye gelmesi için elimi uzattım, bedenim onu kaldırmazdı ama hep yardım etmek isterdim. Delirdin mi der gibi baktı suratıma, her zamanki gibi. Rutinimizin bu kısmı biraz karışıktı doğrusu. Cevabıma mı öyle baktın, ellerime mi? Sanki her ikisine gibi. Merdivenlerden çıkarken konuştu, "sana söz verdim, bulacağım onu." Somurttum, evrene hediyemdi o.
Havlusuna ulaştığında, ben çoktan eski yerime geçmiş, uzanmıştım. Bir süre sonra o da yanıma uzanmıştı. Mahçupça ellerimi göbeğimde birleştirmiş, parmaklarımla oynuyordum. Fısıldadım "bugünde yapamadım." Bakışları gökyüzündeyken, ifadesiz suratıyla konuştu "bir gün yaparsın." Kıkırdadım "hep aynı şeyi söylüyorsun." Suratını bana çevirdi, ufaktan da gülümsemişti "sen de her elimi uzattığımda geri çeviriyorsun." Göz devirdim, haklıydı. Her gidişinde beni de çağırıyordu, ben de teknede resim çiziyordum. "Korkuyorum." Yeniden suratını gökyüzüne çevirdi, dolan gözlerini görmemi istememişti "bende korkuyorum, yine de kanatlar için aşağı iniyorum."
İç çektim, o benim evrene hediyemdi?
Ve birden gözüme güneş geldi, gözlerimi açtığımda o yanımda yoktu. Zaten bu bir rüyaydı. O hiç gölden çıkmamış, mor kanatlar bir daha aranmamıştı. Aklımdan suya girme düşünceside uçup gitmişti. Çünkü o boğulup ölmüştü ve bende bu göl kaybolana kadar onu beklemiştim.
Kanatlarım uğruna, benim için hayattan kayıp gitmişti. o şimdi yoktu. Fotoğrafları, ardından gülümseyip kalmıştı. Kanatları bulayım derken, kendi kanat olmuştu. Oysa kanatlar, benim evrene hediyemdi, onun bedeni değil.
Ve evren, bana ikinci günahımı da armağan etmişti. Oysa ben, evrene bir sürü hediye bahşetmiştim. Onun mezarının bu muazzam göl olacağından hiç söz etmemiştim.
Neyse, şimdi siz üzülün.
Kaptanınız
yüzme
bilmiyor.