Yazın sıcak bir Pazartesi sabahıydı. Rüya uykudan erken kalkarak işe gitmek için hazırlanıyordu. Tek başına oturduğu için evin işini yapacak ondan başka biri de yoktu. Bu yüzden de evin her yeri dağınıktı. Bir kompanyada sekreter olarak çalışıyordu ama maaşı da pek iyi değildi. Ikinci sekreterin yerine işlerini yapmasına rağmen de az para alıyordu.
Çabucak toparlanarak bir yudum kahvesinden içip geriye kalanını eline aldı. Saate bakarak:"Dolmuşa çabuk yetişmem lazım" dedi, ve anahtarlarını alarak kapıyı hızla kapattı.
Koşarak gidip hemen dolmuşa bindi. Sıcak olduğu için dolmuşun içi ter kokuyordu ve üstelik ayak basacak yer de yoktu. Dolmuşa birisi hızla binince kapının yaninda duran Rüya'ya çarptı ve elindeki kahve kendi üzerine döküldü. Çarpan adam da özür dilemeden insanların içinde kayboldu.
"Ah bu ne şanssızlıktır böyle" diye söylendi.
Bu arada da dolmuşun ön tarafında duran iki tane kadının sesleri duyuldu. İnce sesleriyle birbirlerine laf söylüyorlardı. Iyiki Rüya'nın durağı yaklaşıyordu bunların kavgasını da çekemezdi sabah sabah.
Durakta indikten sonra biraz yürümesi gerekiyordu. Antalya'nın sıcak ve çiçekli sokaklarında giderken çocukluğunu hatırladı bir anda, onca sene geçmişti. Ankara'lıydı aslında. Orada büyüyüp liseye başladığında babası Adana'da yaşayan ve yeni doğum yapan ablasının yanına göndermek istemişti. Ablası ve eniştesi işte olduktan sonra bebeğe kimin bakacağı belli değildi. Babası da onu göndermeye karar vermişti Rüya'dan bile sormadan. O hiç de bile gitmek istemiyordu bunun için neden de çoktu. Aslında pek sevmiyordu ablasını hatta ablası evlendiğinde çok sevinmişti, çünkü hemen hemen hergün dövüyordu Rüya'yı. Ama babası onu dinlemedi bile ve onun üniversite sınavına hazırlanmasını orada daha iyi olacağını düşünüyordu.
Pek hayallere kapılmadan yolunu devam etti Rüya ve sonunda iş yerine geldi. Üzerine kahve dökülen ve çok ilginç görülen Rüya'ya herkes bakıyordu.
"Ne! hiç üzerine kahve dökülen insan görmediniz mi?" Diyerek sinirle odasına çekildi.
Masaya oturunca biraz sakinleşmeye başladı, masanın üzerinde duran anne babasının resmine baktı ve geçmişi yine anmaya başladı.
Onu uzaklara gönderirken babası hiç bile üzülmemişti daha doğrusu Rüya öyle sanmıştı. Babasına yalvarmasına rağmen hiç bildiğinden dönmemişti babası. Rüya Adana'ya varınca ablası ile eniştesi onu karşılamışlardı. Peril ona hiç olmadığı kadar iyi davranıyordu ama yinede bu şüpheli görünüyordu. Ona evlerindeki çamaşır odasını oda olarak hazırlamışlardı. Rüya odaya girdiği zaman çamaşırların kokusu geliyordu, pekte hazırlamamışlardı. Oda küçük ve dardı bir kişinin yatağının siğabileceği kadar. Yerleştikten sonra yemek yemek için çıkmıştı ama masada birşey göremedi. Peril odasından küçük bebeği Aysu'yla çıkarak "Haydi ablacım sen bir duş falan yap sonra biraz dinlen" diyerek mutfağa doğru gitti. Rüya ne yapacağını bilemeyip odasına giderek yatmış ve derin bir uykuya dalmıştı.
Bu sırada odasına bağırıp giren çaycı sayesinde Rüya'nın durgunluğu kesilmişti.
"Çay içecekmisin kızım?"diye sordu
"Hayır sağol Fatih amca" diye bilgisayarına baktı.
"Kızım seni patron çağırıyor. Yanlız söyleyeyim bu sabah çok sinirli, dikkat et kızım" diye uyardı ve odadan ayrıldı.
Rüya da " Bu adam ne zaman sinirli değil ki" diye söylendi ve yerinden kalktı.
Patronun odasına girdi ve " Beni çağırmışsınız" dedi.
"Evet çağırdım ve nedenini biliyorsun. Çalışmaların hiç verimli değil başkasına şu maaşı verip çalış desem memnuniyetle çalışır." diye yerinden kalktı.
"Siz birisine de bu maaşı verip ikinci sekreter hiç işe gelmiyor sen hem kendin hem onun yerine çalışacaksın deseniz o zaman görürsünüz. Işten gidiyorum ve birdaha sakın beni aramayın" diye kapıyı sert kapatıp sinirle odasına doğru ilerledi ve eşyalarını toplamaya başladı.
Bir süre sonra iyice düşünüp taşınıp gerçekten işten gitmeye karar verdi. Böyle bir işin kime gereği vardı ki?
Herşeyini toplayıp eve götürdükten sonra biraz dinlenmek için yatağa yattı ve birşeyi fark etti. Hayatı boyunca geçirdiği zorluklara dayanamayarak hep kaçıyordu. Ve bu yüzden de Antalya'daydı. O geceyi hatırladı.
Ablası işten dönmesine yemek hazirlamak istiyordu ama önce Aysu'ya mama vermesi gerekiyordu. Kaynamış suyla mamayı karıştırıp biberona koymuştu ve birden zil çalmıştı. Kapıyı açmak için biberonu Aysu'nun yanına kapağı açık bırakmıştı. Kapıyı açmasıyla Aysu'nun kıpırdanıp mamayı üzerine dökmesi bir oldu. Ablası Rüya'yı iterek koşarak çocuğu kanepeden kaldırdı ve banyoya götürdü. Rüya resmen şoka girmişti. Aysu ağlarken Peril ordan bağırıp duruyordu: "Annemin seni doğurduğu güne lanet olsun çocuğa bakmayı bile bilmiyorsun. Birak bakmayı bezini bile değiştiremiyorsun. Bide üniversiteye hazırlanıyormuş aptal, beceriksizliğinle hiçbir yere gidemezsin."
O an Rüya ağlamaya başlayıp odasına koşarak gitti.
O kötü anıları hatırlayınca Rüya'nın moreli daha da çok bozuldu, mutfağa gidip soğuk bir bira aldı ve içmeye başladı.