üşüme, ''winwin''

33 7 0
                                    

winwin


    okul çıkışı her zamanki gibi renjun, donghyuck, jeamin ve jeno çifti ile bir yerde oturma kararı almıştık. okulun bahçe kapısının biraz çaprazında kalan bankta buluşur giderdik her gün. bugün son dersim zaten beden olduğundan, zil çaldığı anda bahçede basketbol oynamayı bırakmış ve diğerleri de gelene kadar dinlenmek için banka atmıştım kendimi. geç gelirdiler genelde. jaemin ve jeno birbirleri ile atışır, jaemin jeno diğerlerinden ilgi görüyor diye jenoya trip atardı. jeno, jaemin'e açılana kadar neler çekmişti oysa ki. jaemin dışında kimseye bakmazdı o. donghyuck, bizden bir yaş büyük olan mark adında birine deli gibi aşıktı ama kabul etmemekte de üstüne yoktu. mark ile aram iyiydi, basketbol takımındaydı o da. mark da donghyuck'tan hoşlanıyor ama o bizim deli gibi inkar etmiyor tam versi o bunu fark etsin diye her şeyi yapıyordu. renjun ise daha yeni yeni doyoung ile konuşmaya başlamış, çoktan abayı yakmıştı bile.. doyoung başlarda renjun'u hiç fark etmemişti aslında. renjun doyoung'dan tam iki yıl boyunca hoşlanmış sonra bir şekilde birlikte olmayı başarmışlardı. arkadaşlarım adına mutlu olsam da, yutam'a adım atamadığımdan, biraz da üzülüyordum. 

 yuta'yı okuldan çıkarken gördüğümde keyfim yerine gelmişti. hırka giymişti yine. beceriksizce hem çantasını sırtına takmaya çalışıp hem de şapkasını düzeltmeye çalışırken  insanların arasından sıyrılmak için hızla yürüyordu. okul sonrası part time çalıştığı için bizimle pek takılamazdı yuta. zaten o geldiği zaman ben gidemezdim. yanlış bir şey yapacağım diye ödüm kopardı. yuta'yı izlemeye öyle dalmıştım ki, doğrudan bana doğru geldiğini fark ettiğim anda kan beynime sıçramıştı. ama artık kaçmak için fazla geçti. lanet olsu sakın bir aptallık yapma winwin!

   'merhaba winwin!' demişti gülen gözleri ile.. hadi ama gel de bir aptallık yapma, harika! 'merhaba yuta' demiştim soğuk sesimle. heyecandan kaskatı kesildiğimden yuta ile ne zaman bir diyalog içine girsem, çocuğa öyle soğuk davranıyordum ki..  'bizimkileri bekliyorsun sanırım- ayrıca terlemişsin ama üstünde bir şey olmadan oturuyorsun. hasta olacaksın.' demişti. içimde ne savaşlar veriyorum bir bilsen nakamoto, üşümek umrumda mı sanıyorsun. 'sorun değil teşekkür ederim.' diyebilmek tam yirmi saniyemi almıştı. yuta benden nefret ediyor olmalıydı. böylesine samimi olup her seferinde benimle anlaşmaya çalışıyor ama lanet heyacanım yüzünden dışarıya tam bir buz küpü kesiliyordum. 'bugün sizinle geleceğim çünkü oturmaya benim çalıştığım kafeye geliyorsunuz. ben ısrar ettim. yeni kurabiyelerimi deneyin istiyorum' demişti.. neden kalbim acımıştı bir anda.. bahsettiği kurabiyeler sicheng kurabiyeleri miydi?.. sicheng'e özel değillerdi demek.. 'öyle mi? işte  geliyorlar' demiştim bize doğru yürüyen çocuklara bakarak. tadım kaçmıştı tamamen. 'beklettik özür dileriz, bay youngho bize bir proje verdi ve konusunu anlatıyordu' dedi renjun beni incelerken. hiçbir şey demeden çantamı banktan alıp ilerlemeye başlamıştım. çocuklar ve yuta'm eğleniyor, gülerek ve şakalaşarak arkamdan geliyorlardı.

  sonunda kafeye vardığımızda çok sık olmasa da arada sırada oraya gittiğimizde  oturduğumuz masaya ilerledik. yuta 'ben arkaya geçiyorum. size uğrayacağım. kafe fazla yoğun değil bugün. eminim taeil hyung sizinle oturmama izin verecektir' demişti. 

  yuta bizden ayrıldığı anda bana dönen gözler adeta beni sorguluyorlardı. 'sorun yok, bakmayın öyle' dediğimde üstüme gelmemeleri gerektiğini bildikleri için sadece kafa sallamakla yetinmişlerdi. çok zaman geçmeden elinde koca bir kurabiye tabağı ile gelen yuta  çekmişti yokluğu boyunca boş boş masaya bakmaya verdiğim dikkatimi. 'bunlar sicheng kurabiyeleri. özel birinden ilham aldım. afiyet olsun!' demişti. özel demişti.. sicheng demişti. TANRIM SİCHENG demişti. renjun zeki bir çocuktu. sorgulamazlarsa anlayabilir diye düşünmüş olacak ki 'sicheng de kim?' demişti. renjun'u  ne kadar sevdiğimi söylemiş miydim daha önce!?  'özel biri', sorularınızı kendinize saklayın ve afiyet olsun' demişti gülümseyerek. çocuklar çaresizce kurabiyeleri yerken sadece ben ve yuta yemiyorduk.  bu fazla garipti  'neden yemiyorsun  winwin?' 'kurabiye sevmez misin yoksa?' demişti yuta. 'teşekkür ederim, yiyeceğim' deyip bir tane almıştım. ellerim titriyor gibi hissediyordum. hayır hayır ben titriyordum. yuta hiçbir şey demeden masadan kalkıp gittiğinde derin bir nefes vermiştim. çocuklar bembeyaz kesilen yüzüme bakmışlardı anında. 'ben gidiyorum. işi çıktı dersiniz' demiştim hazırlanmaya çalışırken. 'hayır winwin kaçamazsın, sence yuta bunu yer mi? sen olduğunu anlar. gitmeyeceksin' demişti renjun sert bir şekilde. sikeyim haklıydı!

  gerisin geriye yerime otruduğumda elinde hırkasıyla yuta gelmişti. 'bunu giy winwin, terliydin hasta olacaksın' demişti. tamam yuta her zaman kibar biriydi ama neden birden bire benimle böyle ilgilnmeye başlamıştı? anlamış mıydı.. ona çalacağım dediğim hırkasıydı bu. neler oluyordu böyle? düşüncelerimden kurtulmamı sağlayan yuta 'alsana winwin' demişti. sakince hırkayı alıp 'teşekkür ederim, sonra geri vereceğim.' demiştim. 'sende kalabillir, acelesi yok' deyip gülümsemişti. benimle oyun oynuyor olmalıydı.. ortamı dağıtmak için ortaya atlayan donghyuck yaptığı en iyi şeyi yaparak çocukları anında meşgul etmeyi başarmıştı. ''şamata..'' 

  bir süre daha vakit geçirdikten sonra annem aramıştı. aslında eve gitmem falan gerekmiyordu ama yalan söyleyip kaçmıştım  ordan. ben ne yapacaktım? bugün ona yarın sırasına koymak üzere not yazacak mıydım? yazmazsam anlayabilirdi. hiçbir şey bilmiyor gibi yazmalıydım. bu iş gitgide zorlaşıyordu. 

 üzerimdeki yuta'nın hırkası nefes almamı engelliyor, kokusu beni mahvediyordu. ne yapacaktım ben? eve kadar yavaş yavaş yürümüş ve bir an bile titremeyi bırakmamıştım. nakomoto yuta dong sicheng'i  mahvetmişti..

reasons ° yuwinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin