when our eyes were meet

68 10 1
                                    

Hayat... garipti.

Anne rahminde bir bebek, heyecanla doğacağı günü beklerken, çoktan doğmuş ve yetişkin sayılabilecek insanlar sıkıntıyla ayrılacağı günü bekliyordu dünyadan.

"Doğacak olan bebeğin nelerle karşılaşacağından haberi bile yok." diye geçirdi zihninden genç oğlan. Düşünceleri dudağının sağ kenarını havalandırmıştı. 

Alayla sırıtırken damağına yapışan lolipopu rahatsızca bir tur çevirdi ağzının içinde.

Dünya pisti, kötü bir griyle sarılmıştı etrafı. Her gün milyonlarca insan o gri havayı soluyor, ciğerlerini ezip geçerek ruhuna karışan acı tadı memnuniyetle kabul ediyordu. Ama gri, griydi işte kimine göre beyazı bol kimine göre ise siyahı.

"Yaşamayı bilene." dudaklarının arasından sinirle dökülen kelimelerin soğuk havadaki gaz hali etrafa dağılırken siniri biraz kendine, biraz da onu bu raddeye getirecek kadar süründüren hayataydı. Kendi hayatı tuvalin üzerine boyanırken bolca siyah, yok denebilecek kadar az beyaz kullanılmıştı ona göre. Tıpkı şuan karaladığı kağıt gibi.

Düzeltmeliydi, beyaz boya olarak tanımladığı tek kişi annesiydi. Oğluna bırakabildiği tek anı, yanaklarına yaslanmış buz gibi ellerdi. Birde o geniz yakan hastane kokusu. Burun kemerine gelen kokuyla bir anda nefesi kesilirken kapattığı gözleriyle o elleri yeniden yanaklarında hissetti Hyunjin. Zaman durmuş annesini yeniden o bıraktığı boş hastane odasında karşılamıştı.

"Yaşa." diyordu şakaklarına aklar düşmüş kadın.

"Pişman olmayacağın bir hayat yaşa."

Bu sefer de yüzüne çarpan sert rüzgar yok etmişti tamamen yaşayamadığı anıyı.

Ağzına gelen garip tadla yüzünü buruşturup lolipopu biraz ilerisinde olan çöp kutusuna fırlattı.

Başlarda annesinin söylediğinin tam tersini yapıyor gibi hissetmişti Hyunjin, fakat annesi ondan pişman olmayacağı bir hayat yaşamasını istemişti. Şu geçirdiği birkaç ay için çok pişmandı. Yaşadığı için pişmandı.

Kafasını hafifçe sallayıp, darmadağın olmuş saçlarını gözlerinin önüne dökülmesini sağlarken aklında birikenleri yok etmeye çalıştı. Son anlarını ne kadar berbat bir yaşam sürdüğünü düşünerek harcamak istemiyordu.

Geçen birkaç dakikanın ardından yine kendine engel olamayıp garip hissettiğine karar verdi. Garipti, dışarıdan bakan biri bu umursamaza kalem sallayan oğlanın bir sorunu olmadığını düşünebilirdi. Fakat onun yüreğinde fırtınalar kopuyordu. Acının tuzuyla harmanlanmış yalnızlığın suları, boğuyordu ruhunu.

Ama öyle sessiz yaşıyordu ki bunu, gözlerinin en derinlerine bakmaya çalışan birisi bile, ruhuna dokunmak isteyen birisi bile duyamazdı benliğinin attığı çığlıkları.

Sınıf arkadaşlarına göre o sadece keskin ama içleri boş bakışları ile etrafı süzer, toplasa bile her zaman dağınık olan siyah saçları ve oldukça narin görünen elleri ile bir şeyler çizerdi.

Son anlarını yaşadığının farkındaydı, fakat buna rağmen kulağında çalan şarkı bile önemli değildi. Birazdan göçüp gidecekti buralardan nasıl olsa, arkasında maddi olarak bir defter ve bir kalem bırakarak.

Rüzgar esti, tokasından birkaç tutam daha firar etti.

Yeterince zaman öldürmüştü. Defterini kapattı, uzun bacaklarını oynatarak dizlerinden çıkan sesi umursamaksızın ayağa kalktı. Bedeninin hareketi ile sol kulağındaki kulaklığın düşmesi, kulaklıklarından yükselen şarkıyı fark etmesine sebep oldu. Duyduğu melodi ile hafif bir tebessüm yayıldı yüzüne.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: May 04, 2021 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

tears of an angelHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin