ㅡfirst

21 2 0
                                    


hızlı adımlarla ilerlediğim yolun sonunda seokwoo oturuyordu. yanına oturdum. o da bana gülümseyip kolunu omzuma sardı ve gülümsedi. ona geri gülümsedim, dudağının kenarını hafifçe öptüm. dışarıdan baktıklarında insanların gördüğü bu sahneydi işte. okulun güzel kızı ve basketbol takımının yakışıklı kaptanının kusursuz ilişkisi. belki seokwoo için de öyleydi ama benim için aynısı geçerli miydi bilmiyordum. seokwoo'yu severdim. lisenin ilk zamanlarında diğer insanların bizi yakıştırmasından olsa gerek birbirimize yakınlaşmıştık o zamanlar heyecanlanırdım ama şimdi.... şimdi sadece ona değer verdiğimden yürütüyorum. diğer insanların ne dediklerini deli gibi önemseyen bir aptal olduğumdan yürütüyorum. 

ben düşüncelerime dalmışken seokwoo'nun seslenmesiyle gerçekliğe geri döndüm. akşam basketbol takımıyla takılacaktık. hepsi birkaç kişi davet eder mini parti olur gibi planlamıştık ve seokwoo da "geliyorsun değil mi?" diyordu. ona hafifçe gülümsedikten sonra onu onayladım. biraz daha orada oturduktan sonra sınıfa geri döndüm. biraz defterimi karıştırdım. seokwoo hakkında olan karmaşıklığımı yazdım. açıkçası çok yorgundum ve ne yapacağımı bilmiyordum. ayrılırsak şok olacaktı, herkes arkamdan konuşacaktı ve ben bunları gereğinden fazla önemsiyordum. 

akşam partiye gittiğimde sade müstakil evi gördüğümde kalbim hızlandı. yine rol yapmak zorundaydım. seokwoo'yu bile kandırdığım için kendimden nefret ediyordum. lisenin ilk yılında yaptığım aptallık yüzünden her gün olmak istemediğim biri gibi davranıyordum ve bu canımı çok sıkmaya başlamıştı. omzumda bir el hissetmemle düşüncelerimi saniyelik bir şekilde kenara koyup omzumdaki elin sahibine gülümsedim. seokwoo yine çok neşeliydi. her zamanki gibi. çok konuşmazdım. o konuşurdu, ben dinlerdim. bana her şeyi büyük bir heyecanla anlatırdı, hep kocaman gülümser bana olan sevgisini belli ederdi ama artık boğuluyordum. ben de anlatmak istiyordum ama ona değil. ben de birine olan sevgimi belli etmek istiyordum ama olmuyordu. onu sevemiyordum, ondan ayrılamıyordum da. 

derin bir nefes alıp seokwoo'yla evin içine doğru ilerledim. klasik ortam kurulmuştu. takımdakiler vardı, birkaç tanıdık yüz, bazı sahte arkadaşlar ve hiç tanımadığım ve takımdakilerin arkadaşı olduğunu varsaydığım kişiler. seokwoo ve ben rahat bir yere kurulup sarılarak oturduk. neden yapıyordum ki bunu? ah evet, aptal itibarım yüzünden. sanki çok önemliymiş gibi. tabi bir de yalnız kalmaya korkuyordum. seokwoo lisenin başından bu yana tek arkadaşımdı. sadece o vardı. benim yanımda olmasına rağmen ona neden aşık olamıyordum anlamıyordum. bu sefer bunları düşünmek istemedim. kendime gelmek ve kafamı dağıtmak için etrafa bakındım. masanın üstündeki içkiden yavaş yavaş yudumlamaya başladım. o sırada herkes sohbet içerisindeydi.


birkaç bardaktan sonra herkes çakırkeyif olduğunda takımdan wooyoung hepimizi cennette yedi dakika oynamaya davet etti. oyun basitti birkaç kere oynamıştık. ben 2 kere girmiştim tabii ki hiçbir şey yaşanmamıştı. youngkyun ve doyoungla girmiştik. seokwoo'nun en yakın arkadaşlarıyla yani. birkaç tur döndükten sonra sıkılmaya başlamıştım ki şişenin bir tarafının bana döndüğünü fark ettim. heyecanla yerimde doğruldum. diğer kişiye baktım. jeong yunho. diğer kişi oydu. seokwoo'yla çekişmeli bir kaptanlık mücadelesi içinde olan ve muhtemelen ondan nefret eden pivot jeong yunho. kalkarken bana gülümsedi. ben de seokwoo rahatsız olmasın diye seokwoo'nun omzunu yavaşça sıvazlayıp yukarı kattaki dolaba doğru ilerledim. 

kalp atışımın hızlanmaya başladığını fark ettiğimde uzun zamandır hissetmeyi arzuladığım bu heyecanın sebebini algılayamadım. yavaş adımlarla, heyecanımı bastırmaya çalışarak dolaba girdim. onu bekledim. o da geldiğinde aramızda sadece 10 santimlik boşluk kalmıştı. wooyoung iyi eğlenceler diyip dolabı kapattı ve gitti. 



my first and last // ateez's yunhoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin