GİRİŞ

5 0 0
                                    

Kendi hikayeni yazmanın hiçbir önemi yoktur. Birine kendi hayatını anlatmanın mantığı yoktur. Hayatını merak eden biri zaten hayatına girer. Buraya yazma amacım aslında pratik yapmaktı. Senaryo yazmanın ne kadar kötü olduğunu gerçekten anlatamam. Konuşacak birileri yok mu peki etrafımda? Var. Etrafımda konuşabileceğim birileri var. Ama ben teselli beklemiyorum, birinin beni mutlu etmek için çabalamasını istemiyorum. Ben sadece mutsuzum ve mutsuz kalmak istiyorum. Yazmak istedim başlarda, bir kalem ve kağıda. Ancak o kadar zor geliyor ki... Hem kalem kağıdı önüme alıp ne yazabilirim? Ben bir yazar değilim. Hislerimi anlatmakta iyi hiç değilim.

Bir şey yaşadığında konuşabilen, paylaşabilen biri değilim. Hatta o kadar fena ki kendimle başbaşa kaldığımda bile dertleşemiyorum. Anlatsam ne olacak bu yaşadığımı diyorum. Anlatsam ne olacaktı? Bu yüzden içimi dökmenin en iyi yolunu buldum.

Şimdi çocukluğuma inip trajik bir hikaye anlatmak istemiyorum. Şuna çok eminim, Türkiye'de kadınların yüzde doksanının trajik bir çocukluk hikayesi vardır. Kimisi ailesinden gördüğü psikolojik şiddeti atlatmaya çalışır, kimisi fazla değeri kaldıramamanın vermiş olduğu ağırlıkla cebelleşir. İnsanlara değer vermekten bahsetmek istiyorum aslında. Değer, değer vermek. Çok sevmek, karşılık beklemek. Doğmayı bile isteyip istemediğimi bilmezken birine değer vermek? Çocuklara bu baskıyı çok yüklüyoruz sanırım. Çok severek onlara bu ağırlığı hissettiriyoruz. Diyoruz ki hareketlerimizle seni bu kadar seviyorum sende biraz bana uygun biri ol.

Şimdi bu okunulan şey nedir? Ne okuyorum diyorsan...

Bilmiyorum. Hiçbir zaman bilmedim. Bir evlat olmayı, arkadaş olmayı, sevgili olmayı... Hiçbirini bilmiyorum. Hatta durum o kadar vahim ki kendimin bile kim olduğunu bilmiyorum. Boru değil yaşadık bu hayatı. Başarısızlıklarım, elde edince kaçan heveslerim, kim olduğumu ne olduğumu bile bilmeden verdiğim kararlar... Hepsi beni şuanki ben yaptı. Biri size diyor ki, iyi ki yaptın boşver içinde kalacağına yaptın. Görmüş oldun, pişman olma. Ne? Hayatımı darmadağın eden bir karar verdim ve kendimi teselli etmek için 'Neyse içimde kalmadı.' bunu mu demeliyim? Yalandan hoşlanırım açıkçası. Yalan söylemenin verdiği bir rahatlık vardır. Adabı da vardır tabi ki. Ben bu dünyada herkese yalan söyleyebilirim. Böyle biriyim, pembe, beyaz fark etmez. Yalan, yalandır ve yalan söylemekten çekinmem. Ama asla, asla ve asla kendime yalan söylemem. Herkesi kandırmak hoşuma gidebilir ancak kendimi? İnsan nasıl kendini kandırabilir, nasıl inanabilir her şeyin iyi olacağına?

Çocukluğun vermiş olduğu düşüncelerdi belki bilmiyorum, daha öncesinde kendimi kandırmaya çalışırdım. Kimseye yalan söylemez bir kendime yalan söylerdim. Şimdi deneyimimi paylaşıyorum... Kendinizi kandıramıyorsunuz. Pek çok kişi bunu zaten biliyor olabilir. Ben öğrendiğimde şok olmuştum.

Yine söylüyorum buraya acılarımı yazmak istemiyorum. Ben kimim ki? Ne acı çektim bu hayatta? Ben sadece zihni, düşünceleri karmakarışık biriyim. Ne istediğimi bilirim, çabalamam. Yalan olduğunu bilir, gülerim. Sevilmediğimi hisseder, seni seviyorum cümlesine inanmış gibi yaparım. O kadar hissetmem ki birilerine bir şey, vicdanım varmış gibi davranırım. Toplumun benden istediği kişiyi çok iyi oynarım, tam tersiyimdir oysa. Sadece etrafımdakilere değil, kendime de değer vermem. Sohbetim sarmaz, somurturum. Hiçbir şeyi beğenmem. Kendimi yukarda asla görmedim ama kimseyi kendimden üstün görmem. Kibir lügatımda yoktur ama yeri gelirse çok güzel oynarım. Ben biri için bir şeyler yapıyormuş gibi davranırım, tek yaptığım bakmakken. Birini sevemem çünkü sevgiyi hak eden biri değilim.

Dramatik değilim, sadece kötü bir insanım. Naziklik, iyilik dille oluyorsa eğer... tamam ben çok nazik biriyim. Ama ne yapacağız.. dilimdeki küfürleri, zihnimdeki kahkahaları ne yapacağız?

Farklı biri değilim. Hatta o kadar sıradan bir insanım ki hiç iz bırakmadan yok olacağım. Peki neden anlatıyorum bunları? Neden?

Çünkü kendime katlanamyorum.

Çünkü içimdeki kişilikler o kadar kötü bir bölünme yaşıyor ki, durduramıyorum. Ben şeytan değilim. Melek hiç değilim. Sıradışı bir öyküm yok. Her genç kızın başına gelmiş acılarla cebelleştim. Çocuktum, masumdum... Artık değilim. Çocuk değilim, masumluğumuda vücuduma saklamadım. Biri olmak istedim, olamadım. Birini sevdim, kavuşamadım. İyi bir evlat olmak istedim, yapamadım. İnsan olma konusunda ise hala çalışıyorum. Başka bir yerde okumak istedim, gidemedim. İşe girmek istedim, dayanamadım. Ne istiyorum o zaman? Ne düşünüyorum? Yazmak istiyorum. Her şeyden çok yazmayı istiyorum yapamıyorum. Düşüncelerimi sabit tutamıyorum. Duygularımı kullanamıyorum. İçimde tek bir duygu barındırıyorum, öfke.

Çok öfkeliyim. Çocukken bebeğimi kıran kıza, bedava çubuğumu kabul etmeyen bakkala, bana dokunan ellerin sahibine, sesimi çıkarmama izin vermeyenlere, konuşmama karışanlara, yokmuşum gibi davrananlara. Herkese her şeye çok öfkeliyim. Ama açıklayamıyorum sanırım. Eğer biri bunu okuyorsa, biri çok az da olsa hissedebiliyorsa öfkeyi içindeki, sadece bir saniye durup düşünün. Bir daha asla geri alamayacağımız o anları. Öfkeliyken nasıl sadece ağlayıp kendimizi delirtişimizi. Belki dönebilsek, durdurabiliriz gözyaşlarımızı. Ayağa kalkar çığlık atarız ya da çok güzel bir yumruk.Yumruk bana daha iyi hissettirir. Konuşmakta iyi değilim. Yumruk atmayı deneyebilirdim.

Sadece anlatmak istediklerimi yuvarlayamıyorum. Başarısızlık insanı bir öfke topuna çeviriyor. Kabul edilmemek insanı yoruyor. Düşünemiyorum. Tek istediğim tam anlamıyla siktir olup gitmek.

Bunları sadece iki adım atabildiğim odamda yaklaşık 10 dakika içerisinde yazdım. Senaryo yazmalıydım ama bunu yazdım. Çünkü başaramıyorum. Her zaman başarı hikayesi okuyacak değilsiniz. Bu seferkinde nasıl güzel başarısızlıklar olurmuş bunu görün.

Uzun uzun anlatmak isterdim başarısızlıklarımı ama ben bunun için çok üşengeç bir insanım. Bir gün buraya o anları mutlaka yazacağım ama.
Ne zaman olur bunu bilemiyorum...

İçimHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin