Bizim sınıfta bir çocuk var. Hayat dolu, resmen mutluluk kusan biri. Böyle kendisi "erkek polyana" gibidir, en kötü şeylerden bile bir mutluluk payı bulur kendinde. Böyle nasıl desem hiç acı çekmemiş gibi davranır, onun dünyasında acı yoktur. Bir de çocukluktan beri kankamdır kendileri. Çok iyi şiir yazar, şiirini okursanız dünyanın en acı çekmiş adamı sanarsınız kendisini. Ama öyle değildir o, hep güler. Sevdiği kızın başka birini sevdiğini öğrendiğinde bile "en azından sevmeyi biliyor." diyip sevinlebilecek türden bir insandır o. Asla ağlamaz, göz yaşı haramdır onun için. Kıskanır herkes onu, kıskanır onda ki mutluluğu. Peki, bu çocuğun sonu ne oldu dersiniz? Öldü bu çocuk. Acıyı en derinden hissederek öldü belkide. Her gün omuzuma yasladı başını, sessizce ağladı. Peki, en başında mutlu olan bu çocuk niye ölmüştü? Meğerse o çocuk hiç mutlu değildi. O, acı nedir en iyi bilenlerdendi. Sadece kendini kandırmıştı, kendiyle oyun oynamıştı. Sessizce acı çekmişti o. Asla haykırmayı tercih etmedi. O, acıyı gülerken yaşadı. İçine attı çığlıklarını, sadece kendiyle paylaştı acılarını. Kimse o çocuğu keşfedemedi, kimse o gülüşün ardında ki acıyı göremedi. Aslında kimse o çocuğun mutluluğunu kıskanmadı, herkes onun acısını saklamasını kıskandı. Çünkü onun için mutluluk acıyı saklayan bir maske görevindeydi.