1.Bölüm

612 64 17
                                    

Günün ilk ışıklarıyla beraber gözlerimi açarken hayatımın ne denli kusursuz, birçok kişinin hayalinde olan bir yaşam olduğunu düşünüp gülümsedim. Yatağımda kıvranıyordum ki annemin "Nuurr! Hadi kahvaltıya" demesi ile yatağımdan fırladım. Merdivenlerden aşağıya inerken, geceliğimi değiştirmediğimi fark ettim ve annemin kızmamasını ümit ederek şımarık bir çocuk edasıyla "Ooo Halide Hanım, donatmışsınız yine masayı" dedim.


Bir anda bütün hevesim söndü çünkü babam gece eve ikinci defa geç gelmişti ve hala uyuyordu. Ya annem babamın eve geç gelmesine gerçekten üzülmüyor, ya da rolünü çok iyi yapıyordu. Yaz tatilinin her mutlu günündeki gibi, "Günaydın Nur'um, günaydın gözümün nuru" deyip, beni o sıcakkanlı tavrıyla karşıladı. Tam masaya oturacaktım ki annem beni şöylece bir süzdü ve bir şey demesine fırsat bırakmadan "tamam annee 5 dakikaya geliyorum" deyip isteksiz adımlarla üstümü değiştirmek için odama çıktım.

Destekçim hep annem olmuştur. İlkokulda hep performans ve proje ödevlerini Cansel'le beraber yapardık. Daha doğrusu yapamazdık. Benim yufka yürekli, bir o kadar da hamarat annem, afallayıp kaldığımızı görür, hemen yanımızda biterdi. Makasla rengarenk fon kartonlarına girişir, Cansel'le beraber saatlerce yapamadığımız maketi yarım saate varmadan hallederdi.

Sadece bu da değil, daima hayatta bir amacım olması gerektiğini bana hatırlatır durur, babam da hiçbir zahmete katlanmadan annemin dediklerini kafasıyla şöyle bir onaylar, geçerdi. Şu 18 yaşıma kadar hep annemin desteğiyle İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi/Edebiyat Fakültesi/Tercümanlık bölümünü kazandım. Hayalimdeki okulu kazandım, hayalimdeki bölümü okuyacağım ve arkamda biricik annem oldukça da geleceğin tercümanı olacağım.

Bugün kutlamak için ufak, çanta şeklindeki el radyomu alıp, denizi karşısına alan, hafif yüksek bir tepenin üzerindeki söğütlüğe gidiyorum. Orası benim tüm dertlerimden, sıkıntılarımdan kurtulduğum, bir süreliğine de olsa dünya yaşamından kopup huzur bulduğum yer. Bugün Huzur Tepem beni çağırıyor.

Tepe biraz kavisli olduğu için çıkması zor oluyor, bu yüzden günlük giydiğim eşofmanımın üzerine pembe neon tişörtümü giydim. Saçlarımı da özenmeden, salaş bir atkuyruğu yaptım. Radyomu da kapıp İzmir sokaklarında yürümeye başladım. Deniz kenarına geldiğimde fondöten sürmediğimi fark ettim, "aman Allah'ım, trafik lambası gibi görünüyor olmalıyım." 18 yaşıma girdikten sonra makyaja pek hevesim olmasa da hafif rimel, parlatıcı, biraz da fondötenle hoş bir görünüme kavuşabiliyorum. Birkaç aydır sanırım bunu alışkanlık haline getirmiştim ve bundan sonra dışarıya çıkarken görünüşüme özen göstereceğime kendime söz verdim. Sonra derin bir nefes alıp bütün bu kokoş kız tavırlarını bir kenara bıraktım ve Huzur Tepesine çıkmaya başladım.

Söğüt ağacının altına yerleştirdiğim mindere doğru bir iki adım atmıştım ki elini dizine bağlamış, kafasına kapüşon geçirmiş, tamamen renksiz, denize öylesine dalmış birini gördüm. Bu da kim böyle? Benim yerimde ne arıyor? Kim ona başkasının yerine yerleşme hakkını verdi?

Huzuru ÖzleyinceHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin