kimisi içine atar çığlıklarını

63 13 16
                                    

kulaklarını kapadı.

salonda bağrışan anne babasına kulaklarını kapadı.

sesler yine duyuldu. bastırdı ellerini ama yok, etki etmedi. evin bir ucunda olmasına rağmen edilen küfürler beyninin içinde çınladı.

dayanamadı, çığlık atmaya başladı. az sonra başına ne geleceğini gayet iyi biliyordu fakat umrunda değildi. gücünün yettiği şey buydu. hafiften şaşırıyordu yaptığına ama durup gururlanmaya vakit bulamadı, kaybetti kontrolü, kelimenin tam anlamıyla delirdi.

işe yaradı. sesler kesildi. duyulan tek şey çığlıklarıydı.

ev halkı bir süre yerine çivilendi. sesin kimden geldiğini anlamaya çalıştı. ev kalabalıktı, her zaman çok ses olurdu ve sesler birbirine karışırdı. söylenenler anlamsız olsa dahi tonlar yüksekti. kimse birbirini dinlemezdi, buna rağmen kişinin nefes alışından hatasını bulurlardı. özünde tek bildikleri kim denk gelirse onun canını yakmaktı.

şimdi şaşırıyor insan, madem herkesin sesi duyuluyor bu evde, nasıl tanıyamadılar sesin sahibini?

şöyle ki, bu evde herkesin kulaklarını kapadığı küçük bir kız var. dilsiz, konuşmaz. şarkıları var, onlara sığınır. dilini önemsemez, türünü önemsemez. sesleri susturan hangisiyse onu dinler. en sevdiği şarkıyı sorsanız adını da sözlerini de bilmez. öyle çok şarkı da bilmez o aslında. milyon tane şarkı dinlemiştir ama bilmez. diyorum ya, sessizliği sağlasın yeter. kulak vermez gerisine.

bir de pembe peluş ayısı var, mine. kendini bildi bileli onunla. anasınıfındayken yılbaşı çekilişinde alınmış. ilk alındığı zamanlar pek güzel kokarmış bu mine ama şimdi geçti kokusu. kirlendi, tozlandı, boynu büküldü, elbisesi yırtıldı, tüyleri sertleşti. daha da kötüsü, en az dilsiz kız kadar dertlendi.

ah, oyuncak ayının ne derdi olur şu hayatta? aklı yok, nefesi yok. gülsün dursun yerinde değil mi?

öyle, öyle de. bizim oyuncak ayımız diğerlerinden birazcık farklı. satıldığı andan beri dilsiz kızın göz yaşlarına mendil, kulaklarına tıkaç oluyor. inanın bana, açabilse ağzını yummaz gözünü. ayakları tutsa kızla taa dünyanın öbür ucuna kadar gider. öyle sever kızı, öyle kurtarmak ister. şahit olmak istemez bu suskunluğun gürültüsüne.

aslında eskiden böyle değildi küçük kız, sorsan tek nefeste anlatıverir sana mine. zaten azıcık olan saçlarını kendi çabalarıyla iki yandan bağlardı hep. yanakları tombuldu, yüzünde renk vardı. bir de çok konuşurdu, sesinin tonu yerindeydi fakat dinleyen olmazdı. sustururlardı kızı. sen sus derlerdi, sen küçüksün yetmez aklın. kimsin ki sen? senin varlığın kimin yararına? sus, ağlayacaksan geç odana. sesini duymayayım sakın, alırım ayağımın altına, kimse de elimden alamaz seni bu sefer, derlerdi. kızımız da küçücük tabii, korkudan çıkarmazdı sesini, susardı.

uzun lafın kısası, kızımızı dilsiz eden evindeki sağırlardı.

eh, susa susa da bu hale geldi işte. önce sesini, sonra aklını kaybetti. şimdi saatlerce çığlık atsa ne yazar? bir kere attı ya içine, imkanı yok arınmaz o ruh. ister sesi kısılana kadar çığlık atsın, ister dinleyen bulup günlerce dert yansın, yine de fayda etmez.

etmedi de. çok ayıplayan oldu, çok kahrolan oldu bu hikayeye ama ne acınasıdır ki küçük kızın elinden tutan olmadı. kimse çığlıklara dayanamadı, kimse sessizliğe dayanamadı. kız kusurlandı, tek tek döktü renkli yapraklarını.

anlatıcı da tam o anda anladı işte çözümün olmadığını, fayda etmediğini. kesti umudunu bu dünyadan, hiçe gün saymaya devam etti.

-

kontrol etmedim fazla, ne durumda bilmiyorum. umarım saçmalamamışımdır.

benden bana, derlemeler.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin