FRANSA-2005
İşte olmuştu. Gelecek ve o zamandaki nesil için yeni bir şey yaptıklarını düşünen iki düzine insan. Daha doğrusu bilim insanı. Gerçekten bir iyilik mi yapmışlardı yoksa bir silah mı icat etmişlerdi, orası tartışılır. Ama içlerinden biri bu sorunun cevabını çok iyi biliyordu. Lakin bunu sezmek ve fark etmek için daha çok gençti. Cevabı diğerlerine söyleyecek olursa ona inanmaz, güler geçerlerdi. Bu durumda doğru düşünen hangi taraftı? Diğerleri keşfettikleri şeyin daha ne olduğunu bilmeden sadece bilinmeyeni keşfettikleri için mi seviniyorlardı yoksa bu genç kız fazla mı şüpheci davranıyordu?
Herkes sevincini çığlık atarak, kadeh tokuşturarak, önlükleri havaya fırlatarak gösterirken genç kız sadece etrafa sahte tebessümler dağıtıyordu. Bir gün bu toplumun birbirleriyle bu kadar eğleneceğini asla tahmin edemezdim, dedi kendi kendine. Birbirlerinin isimlerini bile bilmediklerine yemin edebilirim. Haklıydı. Birbirlerini tanımıyorlardı ama küçük çocuklar gibi eğleniyorlardı, çocuklardan tek farkları şişe şişe şarap götürüyor olmalarıydı.
Şuradaki eğlenceye katılan genç adam, Fortunatus; Fransız, otuz yedi yaşında ve kendinden yaşça büyük bir kadını seviyor. Estella'yı. Kadının da kendi gibi Fransız olması onun için iyi bir artıydı. Ailesi, özellikle de annesi kendi kültürlerinden bir gelin istiyorlardı. Ama kız onu sevmiyordu. Onun sevdiği adam, inanması zor ama ölüydü. Ölü bir adamı sevmek her ne kadar normal bir şey gibi olmasa da Estella onun hala yaşadığına inanıyor, resmen ona tapıyordu! Fortunatus sevdiğinin ölü bir bedene inandığını bilse eminim onu sevmekten vaz geçerdi, diye düşündü genç kız.
Tam o esnada omzuna bir elin değmesiyle yerinden zıpladı. Kafasını hızla sağa çevirdiğinde koca bir rahatlama hissetti. Bu Sam'di. Bu odadaki tek yaşıtı, aynı zamanda samimi olmak için ayrı bir çaba göstermediği tek insan. Onun gülen yüzünü gördüğünde, kendi yüzündeki gülümsemenin çoktan kaybolduğunu fark etti. Yüzüne tekrar sahte bir gülümseme takınmak için uğraşmadı çünkü dudakları kendi kendine yukarı kıvrıldı.
Bir şey söylemek için dudaklarını aralamıştı ki tekrar kapatmak zorunda kaldı.
''Seni korkuttum. Biliyorum. Ama eğlenceliydi,'' dedi Sam tekrar gülerek. Genç kız onun gülümsemesine dayanamıyor, o pürüzsüz yanaklarına yayılan pembemsi dudakları tekrar görmek için can atıyordu.
''En azından bunu bilerek yapman hoş. Yoksa kızardım, biliyorsun.'' Bu cümleler ağzından çıkarken kekelememeye çalışmıştı. Eğer bu yanlışı tekrar ve tekrar yaparsa Sam, kızın hıslerini anlayabilirdi. Ondan uzaklaşabilirdi. Ama gerçekten bundan emin miydi? Ya da olması gerekiyor muydu?
''Üzgün görünüyordun. Her gün öylesin, orası başka tabii ama yine de başka bir duygun olup olmadığını kontrol etmek istedim,'' İşte yine o kelebekler.
''Ve korku duygum olup olmadığını ölçmeye karar verdin. Güzel taktik,'' dedi kız gülerek. ''Umarım beni duygu selinin içine atmadan önce güzel planların vardır.''
''Sizin ne planınız varsa benim o planım var Bayan Mutlu Prens.'' Ardından genç kızın önünde reverans yaptı.
''Bayan Mutlu Prens?''
''Ah evet, özür dilerim. Bay Mutlu Prens.'' Sam bu şakalarını yaparken o kadar ciddi görünüyordu ki genç kız bir anlığına genç adamın geri zekalı olup olmadığını düşündü.
''Bir Mutlu Prens olamam ama Mutlu Prenses olabilirim.''
''Prensiniz kim?'' diye sordu Sam. Sanki bu soruyu sormak için yıllardır bekliyor gibiydi. Genç kız yanaklarında bir sıcaklık hissetti. Aynı zamanda bir domates kadar kızardığını da anlaması pek uzun sürmedi. Bir süre cevap veremedi.
''Bu arada, yeterince iyilik yapmadın mı insanlık için? Mutlu Prens olmana ne gerek var bu saatten sonra. Hem o güzel bülbüle de yazık değil mi? Şu zamana kadar hayvan sever bir insan olduğunu sanırdım. Yanılmışım!'' dedi Sam ortamın sessizliğini bozmak adına. Genç kız, Sam'in bu davranışa minnettar olmuş ve ona bir kez daha aşık olmuştu. Bu saatten sonra onları sadece ölüm ayırabilirdi. Ya da çağırdıkları o... insanlar mı demeliyim?
Fortunatus yanlarına kör kütük sarhoş bir şekilde gelene kadar ne kadar uzun süredir konuştuklarını fark edememişlerdi.
''Merhaba... genç hanım! Buralarda yenisiniz sanırım!'' diye haykırdı Fortunatus. Gözleri kıpkırmızı olmuştu. Genç kız adamın elindeki kadehi almaya yanaşmaya bile korkuyordu. Sam bu durumu fark etmiş olacak ki Fotunatus'u buradan uzaklaştırmak için dil dökmeye başladı. İşe yaramayınca tek çare olarak onu bir kediymiş gibi kovaladı. Muhtemelen genç kız ve genç adam bu anı her hatırladığında şimdi olduğu gibi gülme krizine gireceklerdi.
Genç kız en sonunda yaptıkların keşfin yanlış olduğunu anlatabileceği kişinin Sam olduğunu anladı.
''Sam...'' diye söze başladı kız. Sam 'evet' anlamında kafasını salladı. ''Sana bir şey söylemek istiyorum.''
''Ne kadar önemli bu söylemek istediğin şey? Hazırlanmam gereken bir randevu ve kutlamam gereken bir başarı var ortada.'' Kutlamam gereken bir başarı. Kutlamam gereken bir başarı. Bunu başarı olarak görmesini isteyeceği son kişi Sam'di. Artık onu da elinden kaybetmişe benziyordu. Bir süre ağzını açamadı. Böyle durmanın her ikisine de bir faydası olmayacaktı. Sam anlamsız bakışlar atıyordu ancak kız ne diyeceğini bilmiyordu. Bir kere başlamıştı sözüne, bitirmesi gerekiyordu. İçinden bunu nasıl yapabileceğini bilmesini diledi. Sam ona sorgular bir bakış attıktan sonra ne yapacağına karar verdi. Söyleyecekti. Ne olursa olsun bunun içinde kalmasına izin vermeyecekti. Genç kız dudaklarını araladı ama kelimler dudaklarında öldü. Bu sefer onu engelleyecek şey, söylemeye çalıştığı şey olacaktı. Bir daha asla unutamayacakları o ses. O tiz ve cızırtılı ses. Genç kız bunun nereden geldiğini tahmin edebiliyordu ama Sam dahil diğerleri bunun farkında değil gibi görünüyorlardı. Sesin kaynağı apaçık ortadaydı: yeni keşifleri. Namı diğer 'Geleceğin Kahramanları'. Genç kız onlara 'Ölüm Yaratıkları' demeyi tercih ediyordu.
Sam genç kızı kollarının altına alarak onu korumaya çalıştı. Herkes bir deprem olacağını sanıyordu. Enkazdan önce gelen o ses. Ölüm. Kan. Yaralı. Her şeyin sebebi deprem. Kimse sebebi kendinde aramaya çalışmıyordu. Onlar gerçekten geleceği öldürüyordu. Genç kız ise bunları bile bile olanlara tanıklık ediyordu. Onu, onları tek başına durduramazdı. Garip bir şeyler döndüğünü o zaman anladı genç adam. Ama artık çok geçti. Bir tane değil, bir sürüydüler. Bu ses bir yaratıktan değil bir sürü yaratıktan çıkıyordu.