Ben de hiçbir şey demeden çıktım evden. Arkamdan seslendiğini de duymadım. Omzumdaki çantanın kollarını ellerimle sıkıca sardım. Öylesinde sıkıca sarmıştım ki ellerim yanmaya başlamıştı. İçimdeki acıdan mıdır yoksa ellerimin yanmasından mıdır bilinmez, gözlerim sulanıyordu. Bazen mutlu bazen üzgün olmaktan ben de sıkılmıştım. İstikrarlı bir duygum yoktu. Tıpkı annem gibiydim. Ona benzemekten de onun kızı olmaktan da nefret ediyordum.
Ayaklarımı sürte sürte otobüs durağına yürüyordum. Yol çok uzak geliyordu. Yürümek istemiyordum. Sonsuza kadar bu dünyadan çok uzak bir yerlerde yaşamak istiyordum. Birlikte yaşamak isteyeceğim biri de yoktu. Neden bilmiyorum ama arkadaşım hiç yoktu. belki de olmamasının sebebi çevremdeki insanlardır diye düşünüyordum bazen ama sonra çevremde annemden başka biri olmadığı gerçeği beynimi zonklatıyordu. O halde tek neden annem olmuyor muydu? Arkadaşlarımı onunla tanıştırmaktan korkuyordum belki de. Bu bir annenin kızına hissettirebileceği en kötü üç duygulardan biriydi: Korku, üzüntü ve utanç.
Otobüs durağını hala göremiyordum. Attığım onca adım beni hala istediğim yere götürmemişti. Yanan ellerimi havaya doğru uzattım. Rüzgarın ellerimden süzülüp bir başkasının ellerine uzanmasını hissettim. Rüzgarın dokunduğu her yer sanki nefes alıyordu. Öylesine güçlüydü rüzgar, öylesine duygu doluydu. Öylesine güzeldi ki onun ellerini hissetmek için her şeyimden vazgeçebilirdim.
Ayakkabı tabanlarımın sürtüne sürtüne aşındığını biliyordum ama umursamıyordum. Tek umursadığım buralardan kaçıp gitme isteğimdi. Tek isteğimdi. Sadece onu yapmak istiyordum. Artık yanımda götürebileceğim birini de bulmuştum: rüzgar. Öyleyse neden kaçmıyordum? Neden kendime engel oluyordum? Önümde bir engel yoktu. Kimseciklerin haberi olmazdı. Rüzgarla uçar giderdik.
Bu düşünceler ne kadar çocukça, Cara.
Seni böyle mi yetiştirdim, Cara?
Beni bırakamazsın, Cara.
Gitmene izin vermiyorum, Cara.
Cezalısın, Cara.
Ve daha çok Cara. Annemin sesi kafamın bir yerlerinde yankılanırken kulaklarımı kör eden bir cızırtı işittim. Ellerimle engel olmaya çalıştım cızırtıya. Dizlerim büküldü ve sonunda asfalta düştüm. O esnada tüm ses kesilmişti. Şaşkınlıkla etrafıma göz gezdirdim. İnsanlar hiçbir şey olmamış gibi yollarına devam ediyorlardı. Beni hiç fark etmemiş gibi. Bu da benim ne kadar değersiz biri olduğumu tokat gibi yüzüme bir kez daha çarpmıştı. Hala yerde oturduğumu fark edince kalktım. Tozlanmış dizlerimi ellerimle sürttüm. Bütün tozlar yere döküldü. Keşke duygularımı da böyle süpürebilseydim. En azından o zaman Hiçbir şey hissetmezdim. Acı, korku, hüzün... Hiçbiri olmazdı hayatımda. Bu lanet hayatımda hiçbiri olmazdı.
Etrafıma bir kez daha göz gezdirme isteğine karşı çıkamadım. Sanki farklı bir şey görecekmişim gibi etrafı taradım. Yanılmıştım. Farklı bir şey olmuştu. Biraz önce göremediğim bir çift siyah göz beni izliyordu. Otobüs durağına sırtını yaslamış, ellerini siyah kumaş pantolonunun ceplerine sokmuş, dudaklarındaki hafif gülümseme ve siyah gözleriyle bana bakıyordu. Biraz önce onu neden görememiştim. Onu fark edememiştim ve sanki bir anda gök yüzünden düşmüş gibiydi. Belini dikleştirdi ve beni son bir kez süzdü ve arkasını dönüp gitti.
Gözden kaybolana kadar onu izledim. En sonunda kalabalığın içine girince onu gözden kaybettim. Durağa geldiğimi de o anda fark etmiştim. Ama bu imkansızdı. Bir kaç dakika öncesine kadar durağı göremiyordum bile.
O gün içimden okula gitmemek geldi. Şehrin geniş sokaklarında biraz olsun yürümek bana iyi gelebilirdi. Ne de olsa hayal gördüğümden emindim. Çoktan durağa gelmiştim ama hayal görmüştüm, bir şekilde kulağıma gelen sesle ölüyorum gibi hissettim ve bir anda beliren siyah giyimli, benim yaşlarımdaki genç bir çocukla karşılaştım. Bunların gerçek olma ihtimali gerçekten sıfırdı. Gerçek olsa bile ki değildi, etrafımdaki insanlar neden bu olanlara tepki göstermemişti?