「 lost in fire, the weeknd
phobia orgasma, oliver riot 」Uzun, asırları devirmiş, beş kutu kibriti bitirecek kadar sigara içmiş, nepenthe'nin dibini sıyırmış gibi hissettiren gün sonunda kalçamın yumuşak diyemeyeceğim yatağımla samimi bir buluşma yaşaması uykumu getirmişti. Soluklarımın sakin ve derin olduğu dakikaların peşini sıcak hissettiren yorganım kucaklıyor, çığlık çığlığa bağıran suskunluk keyfimi kaçıramıyordu, burnuma çalınan sigara kokusu hiç olmadığı kadar rahatsız edici geliyor ancak yine de uykuma giden rahatlatıcı yolda bir taş olarak kalıyordu, üzerinden atlıyordum. Soluklarım dingin ve acelesizce akciğerlerime giriyor, bedenime can veriyor ve gidiyordu, uykumun böyle gelmesine minnettardım.
Ne zaman ufak bir ses olsa uyanır, bedenimi kontrol eder ve tanıdık olmasını umduğum odamda irislerimi ağzımda atan kalbimle gezdirirdim. Şimdi de aynı dakikaları tadan bedenim dışarıda duyduğu bir cam kırma sesi ile sarsılmış, tanrının ismini ağzıma almaya çalışırken bacaklarımı yorgunca yataktan çıkartıp tahtaları çok sağlam olmayan camıma ilerlemiştim. Birinci katta olmamın en büyük sıkıntılarından biri gecenin sürüklediği, birbirinden farklı hikayeleri olan, sarhoş veya ilaçlı halleri ile bağırıp dünyaya, ölmüş aşkına, annesine, terk edip giden babasına, parasız kalmanın lanetine ve daha birçok acımasız düşüncelere, kişilere içlerindeki irisleri döken insanlardı. Bugün de bir tanesine daha denk gelmiş gibiydim ama bu farklıydı, adımları savsak değil düzgün, bacakları titrek değil dimdik, boynu bükük değil demir yutmuş gibiydi. Tek sorunu dudaklarının arasındaki zehir gibi dursa da başındaki şapkaya doğru uzattığı elleri ile yüzünü sıvazladığını zannettiğim parmakları da bir şeyleri çağrıştırıyordu. Önce ellerini yüzünden çekti ve yumruk yaptığı elini ağzına doğru tuttu, bir sokak lambası bana yardımcı oluyordu ama çok yetersiz bir aydınlatması vardı.
Bir hıçkırık sesi duydum.
Ardından gelen güçlü bir burun çekiş ile tamamiyle ağladığına kanaat getirerek yine kime lanet okunacak merak ettim.
Bir süre sadece sırtını yasladığı ağacın dibine oturup sigarasını içti, onunla birlikte bir tane yakmak bile istemiştim. Hem ağlıyor, hem de zehrini içine çekiyordu. Fark ettiğim bir diğer şey de verdiği dumanını burnuna yakın tutup tekrar soluyordu. Ölmek istiyor gibiydi adeta. Boşa gitsin istemiyordu sanki.
Yarım saat geçtiğini düşündüğüm bir süre içerisinde neredeyse başımı ellerimin üzerine koymuş, gözlerim uykuya hasret kapanırken onlara birkaç saniye verdiğim fırsat ile uyuyakalmıştım. Gözlerimi bir anda bastıran yağmurun gök gürültüsü sesi ile araladığımda hâlâ ağacın dibinde varlığını koruyan silüeti fark ettim. Güçlü duran bedeni tekrar yakmaya çalıştığı sigara ile sarsılıyordu ve bedeninin duruşuna zıt sesiyle lanet okuduğunda dudaklarımı yaladım, sesini anlık duymak bile tüylerimi diken diken yapmıştı.
Bir gök gürültüsü daha kulaklarıma ulaştığında bedenin kalktığını gördüm, birkaç adım attı ama bakışlarını gökyüzüne kaldırıp ağaç dallarının seyrek olduğu yere doğru bedenini boylu boyunca yatırdığında gözlerimin dolduğunu hissettim. Ne kadar da tanıdık bir sahneydi bu, burnumun direğini sızlatıp evime buyur edecek gibi bir aurayı soluduğumu fark ettirmişti adeta. Yağmurun altında uzanan bedeninden uzun boya, bileklerini gösteren bir kumaş pantolonun izin verdiği kadarıyla ince bileklere sahip oluşunu gördüm. Ardından hızla, dumura uğratacak şekilde başını çevirdiğinde gözlerimiz ilk defa buluştu. Yüzü çok yakışıklı duruyordu, sivri bir çenesi vardı ayrıca havanın da aydınlığa kucak açması lambayla kuvvetli bir ittifağa girip çenesi altındaki siyahlıkları gömeme izin vermişti. Dövmesi vardı, çenesinin altında, şekilsiz bir yazı olmalıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ca$h is king. | taekook
FanfictionSanat ve sanatçı için bedenimi sunmaktan pişman olmadım.