Khurgan dağları bile göle daha büyük bir şefkatle sarılıyor, Gün Ana* büyük bir mütevazilikle bütün ışığını Ay Ata'yla paylaşıyordu seninle tanıştığım gece. Saçların elenmiş yün gibi yukarı kıvrılırken gözlerin, Umay kuşunun** getirdiği o ışığa sahip olduğundan habersiz, siyah börkün arkasına saklanıvermişti. Kardelen beyazı tenini nazikçe saran kaftanın beline doğru sıkılaşıyor, belinden omuzlarına çıkarken tanrı çiçeği misali düz hatlarda bollaşıyordu. Güz gecelerinin soğuk havasıyla yanaklarını kaplayan o doğal kızıllık, insanı yutup sindiren bozkır rüzgarlarıyla normalden çok daha fazlaydı. Seni daha önce görmüş olsaydım bile, ki bunu tüm benliğimle isterdim, gene de o geceki gibi âşık olamazdım eminim.
Aşk, o gece hissettiklerimin aşk olduğuna inanamıyorum hâlâ. Bin kez öldüm, bin kez dirildim, bütün benliğim parçalara ayrılırken ilk kez kendim oldum, düşüncelerim o kadar yoğundu ki hiçbir şey düşünemedim, hayatımın en güzel gecesiydi, hayatımın en kötü gecesiydi, cüssem gölü saran dağlar kadar heybetliydi, bütün gece rüzgarla sağa sola savrulan göl gibi titredim, ilk kez gerçekten nefes aldım, bütün gece boğuldum.
Sense, ikilemle boğuşan benim aksine, çok rahattın.
"Bozkırda yabancı çok olur lakin siz daha önce gördüğüm yabancılara hiç benzemiyorsunuz. Ne diğerleri gibi gizemli bir mizacınız var ne de tehditkâr bir görünümüz, belki abartıyorum ama, gözlerinizde gördüğüm o parıltı bile evine yeni kavuşmuş bir gencin sevincinden farksız." gördüğüm en güzel gülümsemeyi sundun, "Buralı değilsiniz, aşikâr. Ama sanıyorum ki eviniz buralardan hiçte farklı değil."
"Pek sayılmaz." demiştim yanaklarım kızarırken, "Benim evim yoktur zaten, çatısız yaşarım. Kardelenlerin açtığı vakit güneyde, yaprakların kızıla boyandığı vakit kuzeydeyimdir."
"Gene de," kımız dolu deri kabı uzattın, "Bir eviniz vardır eminim, çatısız da olsa."
"Buradaki gibi büyük çadırlar, Çinlilerin tahta evleri gibi değil ama var sanırsam." kımızdan birkaç yudum aldım, "Bozkır, benim evim bozkırdır. Güneşin bile güzelliğinden utanıp kızıla büründüğü, çağlayanların durmaksızın ağladığı Asya bozkırıdır."
Dakikalar saatleri çağırırken kımız çabucak bitiverdi, Ay Ata üstüne zifiri karanlık elbisesini geçirirken önümüzdeki ateşin yardımıyla birbirimize bakıyorduk. İlk konuşmamızda gözlerini süsleyen o merak yerini mutluluğa bırakmış, Güney kirazlarını andıran dudakların kımız yüzünden daha da allaşmıştı. İlerleyen saatle duyguların en güzeline dönüşmüştün ve çakırkeyif olan ben, hiç utanmadan, bu duyguyu sonsuza kadar tatmak istiyordum. Ta ki o sözlerine kadar.
"Mutluluk uğramaz bu çorak topraklara." bütün mutluluğun uçup gitti sanki bu sözlerle, "Hatta yeterince beklersen burada bir kötülük olduğunu düşünebilirsin ama bu doğru değil. Burası sadece yalnızlık dolu bir yer."
"Bu yalnızlığı seviyor musun peki?" dediğimde güldün, "Sesi ve insanı yutar bu topraklar, uzun süre yaşayabilirsen ya ölmeyi unutursun ya da konuşmayı. Ben ikisini de unuttuğumu sanırdım ama bu gece, belki de diğerlerinden hiçbir farkı olmayan bu gece, bağırarak yaşamanın bir haktan çok daha fazlası olduğunu hatırladım. Bir daha susmaya niyetim yok."
Hala yaşadığından emin olmak istermiş gibi çıplak ayaklarını toprağa sürttün; tenine temas eden her bir toprak parçası tekrardan alevlenen özgürlüğünü hisseder gibi kızıla boyanıyordu, bu kızıl toprak ve ayağında hissettiğin hafif sızı aldığın nefesin gerçekliğinin belgesiydi.
"Bu gece...bu gece artık sıradan bir gece değil; bir isyanın, yaşamaya dair bir isyanın alevleri sonsuza kadar körüklendi. Artık suskun bir kağanlık değilim ben. Bir davam var, bağırarak yaşayabilmenin davası. O camdan duvar, o görünmez zincirler artık sadece bir anı olabilirler."
"Benim de bir davam vardı eskiden." dedim arsızca, "Bir yere ait olabilmenin davası. Bu yüzden çatısız yaşadım, her yerde yaşayıp hiçbir yere ait olamadım. Bir evim vardı, evet ama ait olmadıktan sonra ev diyebilir miydim oraya?"
Uykusuzluktan kızarmaya başlamış gözlerinle bana baktın, bu sözleri beklemiyordun belli ki.
"Evimi buldum ama." soğuk elini tuttum, "Burası, evim burası. Neden biliyor musun? Çünkü seni gördüğüm andan beri tek gerçeğim oldun. Bana evin bir yer değil bir sevgi olduğunu hatırlattın. Bu yüzden çok mutluyum. Birbirimizi daha tam olarak tanımıyoruz ama önümde seni sevmek için hâlâ uzun bir ömür var."
"Ya beni tanıdıktan sonra sevmezsen? O ev hissini yaşamak ve kaybetmek, buna dayanabilir misin?" alnına küçük bir öpücük bıraktım, "Dayanamam belki ama yaşamazsam asla da öğrenemem."
Bulutlar üstümüzden kayıp giderken Ay Ata parmaklarını yavaşça gökyüzünden çekiyordu, sonu gelmeyecek gibi gelen o muhteşem gecenin bitiminin işaretleriydi bunlar. Konuşmalarımız kafamda dans ederken biraz daha bu hülyayı tadabilmek için saniyeleri kana kana içiyordum. Artık ne ben yabancıydım ne de sen hayran olduğum kadındın, gecenin heyecanı bir anı olmuştu.
Güneş Khurgan dağlarının tepesinden nazlı nazlı doğarken aynı heyecanı bir daha yaşayamayacağımı bilerek sana döndüm, üzgün değildim. Elimi tuttuğun müddet doğan her güneş daha güzel olacak, her gün daha mutlu geçecekti.
*Gün Ana, Türk ve Altay mitolojisinde Güneş Tanrıçası. Tengricilik inancında güneş ile birlikte Gök Alemi'nin en yüksek katında oturan, güneş olarak görülebilecek kutsal bir varlıktır. Bu inanca göre gün ana insanların ilk büyük annesi, ve Ay Ata (Ay Dede) ilk büyük babasıdır. Göğün yedinci katında oturur. Türklerle de bağlantılı bazı ön Asya kültürlerinde dişil olarak algılanmıştır. Günümüzde kızlara Güneş adının verilmesinin nedenlerinden birisi de budur. Kocası Ay Ata ise bir alt katta, altıncı katta oturur.
**Hüma kuşu, çoğu kez cennet kuşu olarak da adlandırılan, görünmeyecek şekilde çok yükseklerde dinlenmeksizin sürekli uçan, asla yere değmeyen -bazı kaynaklarda ayakları olmadığı da nakledilir- efsanevi kuş. Tengricilik inancındaki Tanrı ile benzerliği belirtilen Hüma, bazı Türk lehçelerinde Kumay veya Umay kuşu adı ile de bilinir.
Pek içime sinmedi gibi, nasıl olmuş?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𐰉𐰆𐰔𐰴𐰃𐰺𐰣:𐰸𐰆𐱁𐰞𐰺𐰃
Romance"Khurgan Gölü'nün efsanesini duymamış mıydın?" Göktürk x Moğol Hanlığı || Countryhumans