Not: çok küfür etmeyin❣️ İyi okumalar❣️
Okula yaklaştıkça karnımdaki kelebekler her zaman olduğu gibi çılgınlaştı. O kapıdan girmemem için karnımda inanılmaz kramplara sebep oluyorlar. Ne kadar onları dinleyip geri eve kaçma fikri cazip gelsede üzerinde Seul lisesi yazan ama benim Well Come to Cehennem diye okuduğum yazılı kapıdan içeri girdim. Üzerimdeki aşağılayıcı ve eğlenen bakışları tabiri caizse siklemeden okula girdim. Dersin başlamasına beş, en fazla on dakika vardı. Her zaman bu vakitlerde gelirim çünkü benimle uğraşma sürelerini en aza indirmenin en etkili yolu.
Sessizce öğretmen masasının önündeki sıraya geçtim. Orası benim için bir miktar daha güvenli çünkü arka sıralarda dövülme ihtimalim daha yüksek. Evet bildiğiniz çift cinsiyeti olduğum için dayak yiyorum. Sıraya oturduğumda kulaklıklarımı taktım ve kafamı sıraya gömdüm. Eskiden olsa en arkada oturan Toa'nun yanına uçarak gider Chanyeol ve Jongin'in sürtüşmelerini gülerek izlerdim. Ama dediğim gibi eskiden. Belki gerçekten dostlarım olsalardı gönül rahatlığıyla yanlarına gidebilirdim. Ama sandığım kadar iyi değillermiş. Öğretmen sınıfa geldiğinde bana ve diğerlerine ufak bir bakış atıp derse başladı. Sanırım beni dövmediklerinden emin olmaya çalışıyordu. Sanki müdüre söylemekten başka bir bok yapacakmış gibi. Sorulan sorulara cevap vermekten başka konuşmadığım derslerden sonra öğle molası vakti, yaniii benim Cehennemin vip kısmına giriş yaptığım saat.
Genelde maruz kaldığım laf ve sataşmalar orada oluyor Bay Junmyeon olmadığı sürece. Şu dünyada annemden başka sevdiğim ve beni sevdiğini düşündüğüm birkaç kişiden birisi. Yani iki kişiden birisi. Cüzden ve diğer yarım, hayatımın anlamı olan telefonumu alıp sınıftan çıktım. Ne kadar umursamaz görünmeye çalışsamda deli gibi korkuyordum, paramı almalarından, üzerime kadın pedleri atmalarından, Yemeğimi dökmeleri ve formamı bilmem kaçıncı kez parçalamalarından. Ben geldiğimde hemen hemen herkes yemeğini almış uzun kuyruk ortadan kalkmıştı. Kantinci kadının iğrenti dolu bakışları altında Yemeğimi aldığımda gözlerimi kapatan uzun Siyah saçlarımın arkasından dolu kantinde gözlerimi gezdirdim. Uzak bir köşede gördüğüm boş masa ben buradayım diye ışık saçıyordu. Gülüşmeler, atılan lafların arasından sıyrılıp masaya oturdum. Hızlı hızlı yemeğimi yerken telefonumla ilgileniyor gibi yapıp bana çataşmamaları için dua zinciri çekiyorum. Eğer şanslıysam on iki dakika sonra zil çalacak ve gınues rekorlar kitabına girerek bu günümü zorbalık olmadan atlatı-
"Hey! bakın burada kim varmış"
Dilimi eşek arası soksun. Korkudan içim titremeye başlamıştı bile. Başımı istemeye istemeye kaldırıp tepemde dikilen belaya baktım. Altı tane it gülerek bana bakıyorlardı.
"Ne var?"
"Oo senin dilinde uzamış"
Elini masaya vurduğunda ani hareketten dolayı oturduğum yerde sıçradım. Benden uzun olan çocuk üzerime eğildi ve pis bir sırıtışa büründü yüzü. Bense korkuma tezat boş bir ifadeyle ona bakmaya devam ettim.
"Bu yüzle nasıl dışarı çıkıyorsun ha? Sen nesin ki insan içine çıkıp bizlerin yanındasın? Kadınmısın? Değilsin. Erkekmisin? Değilsin. Sen nesin söyliyeyim mi?"
Yutkunarak az sonra gelecek olan cümleyi beklemeye başladım. Biraz daha yaklaşıp kulağıma eğildi.
"Ölmesi gereken bir hiç"
Ölmesi gereken... Kelime kulağımda çınlarken bunu söyleyen çocuk hiç bir şey olmamış gibi geri çekilip sırıttı.
Ölmesi gereken.
"Ben senin yerinde olsam çoktan işimi bitirmiştim ama senin gibi bir yüzsüz bunu nereden anlayabilir ki, iğrenç bir lanetle yaşamak ancak senin gibi bir pisliğe yakışır zaten" Gözlerime bakıp bitirdiği cümleler nefesimi keserken onlar sanki hiç bir şey olmamış gibi çekip gittiler. Dolu gözlerim etrafta dolaşırken kulağıma dolan cümlelerde en çok az öncekiler gibi canımı yakıyordu.
"Evet, ben olsam bu iğrençlikle yaşayamazdım"
"Onun gibi gurursuz biri ancak böyle yüzsüzce yaşar"
"Eyw ne kadar iğrenç"
"Kim bilir ailesi ondan ne kadar tiksiniyordur"
Bakışlarımı kapıya çevirdiğimde konuşmalarda artık uğultu şeklinde geliyordu kulağıma. Ben iğrenç miydim? Gerçekten gurursuz bir pislik, ölmesi gereken birimiydim? Gözlerim kapıda bana bakan dörtlüye dönünce içim daha çok burkuldu. Her zaman yanıma gelip bir umut beni anlatacaklarını düşünmüştüm. Tıpkı eskisi gibi olacağımızı düşünmüştüm. Ama öylesine boş bir şekilde bakmaları tüm umudumu yerle bir etti. Tao ile göz göze geldiğimizde hemen gözlerini kaçırdı. Gözüme bile bakmayacak kasar benden iğrenmesi artık tüm isteklerimi yerle bir etmişti. Bir hışımla çantamı ve telefonunu alıp önce kantinden sonra okuldan çıktım. Şehrin kalabalığına katılırken artık gözüme ağır gelen damlalar bir bir akmaya başladı. Hep dayanmıştım, hep göz ardı etmiş, kulaklarımı tıkamıştım duymamak için. Vaz geçmemek için. İnkar ettim ama ben bile kendimden nefret ederken bunları duymak her şeyi anlamsızlaştırdı. Ne gereği vardı ki bu acıları çekmenin. Boş boş saatlerce sokaklarda dolandım. Hatta beni tanımayan bir kaç kızın bana bakıp gülmesi daha fazla canımı yaktı. Eğer gerçekleri bilselerdi beni beğenmeyi bırak suratıma bile bakmazlardı. İç çekip yürüdüğüm boş sokakta başımı kaldırıp kararmaya başlayan gökyüzüne baktım. Parça parça bulutların arasından sızan güneşin son kırıntıları gibi umudumun da son demlerinin her adımında sonuna yaklaşıyorum. O sözler beynimde dolaştıkça öyle anlamsızlaşıyor ki her şey, bunca zaman aslında ne için katlandığımı düşündüm. Ama koca bir hiç! Dostum yok, uğruna savaşacağım bir sevdiğim yok neden bu kadar acıya katlanıyorum? Kendim için bile bir amacım yokken, yüzüm bir kez olsun gülmezken ne anlamı var. Saat iyice geç olduğunda sessizce eve girdim. Evdeki ışıklar kapalı olduğundan yine sessiz adımlarla önce odama sonra Banyoya girdim. Tüm gün yüremekten ağrıyan kaslarımı biraz dinlendirmek için küveti doldurup içine girdim. Her şey kötüyken bu haline gelmesi sanki tüm enerjimi çekip aldı. Hep bir umut vardı, sevileceğime, seveceğime, belki bir gün tekrar futbol oynarım, kahkaha atarım isteği, düşüncesi. Fakat aklımda dönüp duran sözler sanki beni içten içe bitiriyor. Göğsümdeki endişe yerini boşluğa bırakmıştı. Tüm her şeyden vaz geçmek duyduğum tek bir sözle gerçekleşti.
Ölmelisin.
Ölmelisin.
İğrençsin.
Ne olduğun belli değil.
Gurursuz.
Gözlerim kulaklarımda çınlayan kelimeler yüzünden dolarken yumruklarımı sıktım. Saatlerdir durduğum su soğumuş titremeye başlamıştım. Şuan öylesine zavallalı bir haldeyim ki. Gözlerim banyoda dolanırken babamın jiletine takıldı. Bir süre tereddüt ettikten sonra kalkıp Jileti aldım ve geri buz gibi olmuş suya girdim. Elimdeki jiletle bakarken tekrar düşündüm. Elimde bir hiçlikten başka ne var. Sevgi? saygı? Benim kendime karşı bile sevgi beslemezken kimden sevgi bekliyorum ki? Jileti kırıp minik metal parçasını avucuma aldım. Kaybedeceğim tek şey üzgün ve kırgın ruhum olur. İlk sol bileğime sürttü metali. Soğuk metal derimi yarıp geçtiğinde kan fışkıracak oluk oluk akmaya başladı. En azından kanın rengi güzeldi. Umarım üzülmezsin anne.
*****
MİNSEOK!!!
NE YAZDIM BNE 😮
yazım hatalarım olabilir aq on bir saat ders ne amk! Altıda okuldan çıkıyorum bre zalimler. Acıyın bu kıza. bölümleri yazdım ama istediğim gibi olmuyor okul fln derken uzaklaştım biraz. zaten daha bu kitabı kimse de okumuyor neyse nasip kısmat cnm 😽 😽
C.c
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MUCİZE [CHENMİN]
Fanfiction"Canımı yakan bileklerim değil, yüzlerce iğne saplanmış olan kalbim" Boy×boy, lgbt, Exo, fanfic, eşcinsel kurgudur rahatsız olacakların okumaması tavsiye edilir. Mpreg Oppacılara yer yok!