polovetsian dances
- alexander borodin&
killing me softly (instrumental)
- pan flute// şarabın eskimiş yudumları
tanrının yeryüzünün tepesine diktiği gök kubbenin altında yaşanan gürültülü günlerin biriydi. dağların yamaçlarına dizilmiş bulut kütlelerinin yük boşaltma mesaisi sabahın ikisinde başlamış, çatılarda biriken sular, oluklardan toprak zemine akıyordu. duvarlar nemlenmiş olduklarından dolayı surat asıyor, çatılar tepelerine tepelerine akan bu hengameden dolayı kaşlarını çatmıştı.
saat sabahın ikisiydi ve lian ince, uzun parmaklarının kavradığı kadehin dibini boylayan şarabın bordo renginin, dişlerini kamaştırmasına izin veriyordu. camın pürüzsüz teni dudaklarının arasında kayıyor, diline dağılan şarabın ekşimsi tadıyla uyuşuyordu. üzerine yerleştiği sallanan sandalyeyi ufak hareketlerle kıpırdatırken kapının gürültülü bir biçimde çalınmasıyla duraksadı. çamların üzerinde bir başka şarkıya başlayan kargaların gırtlaktan gelen kalın sesleri kapının gürültüsüne karıştı, büyük bir yaygara kopmaya başladı.
"lian! lian!"
adının yüksek desibellerle zikredildiğini duymasıyla kadehiyle dudaklarını ayırdı. ellerinin hareketleri oldukça acelesiz bir biçimdeydi. sanki yanı başındaki -adını hatırlamadığı bir ağaçtan yapılan- ahşap kapı kırılacak derecede çalmıyor da kendisi paşa gönlünün direktifiyle içeriye geçmeye karar vermiş gibi uyuşuktu.
kapıya yumruklarının bir kopyasını bırakmaya çalışan şahsın ikinci yengesi olduğunu anlamıştı. aceleci ve gücünün sınırlarını zorlayacak şekilde başka kimse vurmazdı zavallı kapıya.
verandanın tahta zemini, kendisinin oradan uzaklaşmasından dolayı sevinç nidaları atıyorken kapıya dört büyük adımlarla ulaştı. iki saniyelik bir zaman diliminde kapıyı açmış ve biricik yengesinin sevimsiz suratıyla yüz yüze gelmişti. kadın karşısındaki surata yüzünü buruşturarak tepki verirken bir yandan da konuştu. "baban, beş gündür odasından ayrılmadı. annen bir göz atmanı istiyor, kendisi göreceği şeylerden pek hoşnut olmayacağını bildiğinden yanına bile yaklaşmak istemiyor."
suratı saniyeler içerisinde asıldı. o ihtiyarın kafa ütüleyen sohbetine katıldı mı bir daha kurtuluş yoktu. son günlerde balataları yakmış, kafayı dibine kadar sıyırmıştı. kendisini odasına kapamadan önceki bir zamanda onu verandada öylece, tek bir hareket dahi etmeden bahçeyi izlerken görmüştü. göz kapakları dahi kıpırdamıyor, adeta kaskatı kesilmişti. dalgınlığa vererek ses çıkarmamışlardı fakat bu dalgınlık gece yarısına kadar sürünce adamı yaka paça içeriye almışlardı.incecik ve nemlenmiş gömleğinin kıvrılan yakası bozulmuş, pantolunun paçaları yerlerde sürünürken buz gibi havada titretmiyordu bile. moraran dudakları uzun süren hareketsizlik ten dolayı tek bir beden olmuş, kirpiklerinin ardındaki koyu renk irislerinin etrafı sarımtırak bir renge bürünmüştü. burnunun yassı kısmı kıpkırmızı kesilmişti.
şöminenin yanı başına oturttukları zaman delirten bir yavaşlıkla başını çevirip gözlerini yanan ateşin kıvrak hareketlerine dikmişti. kürelerine hapsolmuş harelerine alevlerin yansıması düşmüştü ve o hâlde ürkütücü bir kayıtsızlık ile durmaya devam etmişti.
ondan sonrası hızlıca meydana gelmişti. çocukları babalarının bu hâlini pek umursamayıp onu görmezden gelmeye devam etmişti. büyük ihtimalle bu duruma en çok üzülen en büyük kızının kocası olmuştur. evde kayınpederinin hâline karşı verilen tepkiye şaşırsa da bir müddet sonra o da unutuvermişti.
alınan ani ve sözsüz karar ile ev ahalisi tarafından yaşlı adam odasına kapatıldı. karısının bir heykelden farksız kocasına olan duyguları acımaya dönüştüğü vakitten sonra yaşlı adam bir daha hatırlanmadı. zaten o günden sonra onunla iletişime
geçe/bile/n olmadı.
tek etkileşim yemek zamanları oluyordu. açlıktan ölmemesi için yemek verme görevi ortanca oğlana verilmişti. ilk günler odanın kapısını çekingenlikle çalıyorken zamanla kapıyı çalmayı da bırakmıştı. elindeki yemek dolu tepsiyi önüne koyuyor, adam haftalarca süren kayıtsızlık ile yemeğini yiyor, ardından oğlu odayı tepsi ile terk ediyordu.kardeşleri arasında en laubali ve küçük olan lian ise bu duruma karşı alayla gülmekten başka bir şey yapmamıştı. ona göre yaşlı adam hiç de fena bir durumda değildi. bu evde kafana sıkmamak için tek kurtuluş yolu tepkisiz olmak diye düşünüyordu. aralarına bir başka kafası sıyrık katılmıştı, o kadar.
lian dünyayı tanıma evresinde olduğu yaşlarındayken oldukça haylaz olmasına rağmen bazı duygusal anları da olmuyor değildi. düşünceleri birbirine geçip ayağına takıldığı vakit babasının yanına geçip onu usulca izliyordu. rengi solmuş, kenarları bükülmüş, üzerinde yer yer sıvı lekeleri -büyük ihtimalle portakal suyu çünkü babası çok sever, evet, en azından bunu hatırlıyordu- olan kağıtlara zifte benzeyen mürekkeplere batırdığı kalemlerle bir şeyler karalayıp dururdu. kimse de kalkıp "yahu be adam ne yazıyorsun yıllardır?" dememiş olduğundan dolayı o kağıtları kendi başına okumak için okuma yazmayı öğrenmeyi deli gibi istiyordu. babasına sormuştu elbette fakat adam sadece ince dudaklarının arasındaki ufak ve parlak -gençken bakımlı bir herifti- dişlerini göstererek gülümsemişti. ardından ince ve kalın arasında kararsız adımlarla yürüyen sesi ile "okula gidip büyük adam olarak dönersen elbette bir başına kimsenin yardımı olmadan okuyabilirsin, ama aksi mümkün değil."
yıllarca babasının sesini duymuştu ama o anki ses tonunun yumuşaklığını ve kulak gıdıklayan hafifliğini bir daha hiç
duy/a/mamıştı.ayrıca kendisi okula gitmemişti. birtakım ekonomik sorunlardan dolayı köy okuluna gitmek zorunda kalmıştı fakat okuma yazmayı öğrenmenin haricinde pek işe yaradığı söylenemezdi. çünkü sadece gerçekten parlak bir ışığa sahip olan çocuklara daha fazla imkan vermişlerdi. diğer çocuklar da bir süre sonra mesleklere yönelmişlerdi. kimi fabrikalarda iş bulmaya çalışıyordu kimi de köy esnaflarının yanında.
derken hevesi olanın da hevesini kursağında bırakmışlardı. tam "hah, bu işi kaptım ben!" dedikleri vakit de ordu için kurban seçimi başlamıştı. oldukça küçük yaştaki çocukları teker teker orduya almışlardı. kalem tutmayı daha yeni öğrenen çocukları iki namlunun arasında mahkum etmişlerdi.
şansızlıktan şans yaratılmış, lian ordudan muaf tutulmuştu. topal ayağı ile yarı sakat sayılmıştı. aynı şekilde çelimsiz kolları/bacakları ve hastalıklı gibi gösteren derecede zayıf bedeni yüzünden kimse iş vermeye de yanaşmamıştı. bu hâlde ipsiz sapsız tipsiz işsiz kervanında ilk sıraları da almıştı.bir işe yaramamazlığın getirdiği öfkeyle de gittikçe zaten ele avuca sığmaz kişiliği daha da harlanmış; kimsenin eyvallahına kalmayacak kadar kurnaz ve şeytan olup çıkmıştı.
her ne kadar okuma/yazmayı öğrense de o tür şeylere olan ilgisi yok denecek kadar azalmıştı. birbirini takip eden olaylar sırasında babasına olan ziyaretleri de gittikçe kısalmıştı. son günlerde tek tük yanına uğrar, onunla birlikte sessizliğe sarılırdı. bazen adamı bir şeyler karalarken bulurdu. okuyamazdı çünkü üstü çizilmiş kelime yığınlarından başka bir şey değildi. zamanla bu karalamalar da geçmişte bir anı olarak kalmıştı.evde kendisine ancak çok mühim bir hadise olursa seslendirdi. babası için onu rahatsız etmelerine oldukça şaşırmış ve sinirlenmiş bir hâlde kapının önünde zebellah gibi dikiliyordu. ne çekip gitmek istiyordu ne de içeriye geçmek. göğsünde oluşan sızı ve zihnine doluşan anı silsilesi onu duraksamaya itmişti. beş gün boyunca doğru düzgün yememiş içmemiş ve içeriye kimseyi almamış bu adamın babası olduğu gerçeği haftalar, aylar, yıllar sonra aklına gelmiş gibi bir sarsıldı. yirmi beş civarı yıl önce yine bu kapının önündeydi ve yine tedirginlik yaşıyordu. o yıllarla bugünün arasındaki tek fark bedeniydi, belki de birazcık zihni lakin o küçük çocuk hâlâ kendisiymiş gibi hissediyordu.
bu düşünce ile hafifçe tebessüm etti. belki de babasının bu hâli yıllar sonra tekrar bir şeyler yazabildiğinden dolayıdır.daha fazla durmanın manasızlığının farkına varınca derin bir nefes alarak parmağının eklem kısmıyla kapıyı çaldı. babasının bir tepki vermeyeceğini bilmesine rağmen kapının önünde biraz oyalandı. ona zaman tanıdı. kapıyı açarak içeriye girerken yılların altında eskimiş tahta zeminin kemiklerini sızlatıyordu. tahtaların gürültüsü kapının gıcırtısına karışırken artık tamamen içerideydi.
babasının bedeni pencere karşısındaki koltukta yerini almış; saçları eskisinden daha da seyrekleşmişti. arkasında durduğu bedenin öylece hareketsiz hâli alışılmadık bir şey değildi fakat kapı önünde saliselik süren zamanda geçmişe gidip geldiğinden dolayı bu görüntü canını sıkmıştı.
pencerenin açık camlarından esen rüzgar yatağın yanında duran sehpanın üzerindeki kağıtları yerinden kıpırdatırken ve lian ne yapacağını bilmez bir hâlde öylece dururken geçmişteki o küçük çocuk olmadığını anlamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
tonight i feel like kafka
Short Storysaat sabahın ikisi ve ben şarap içmek istiyorum, denesem bundan daha hippi olamazdım.