scheherazade: the tale of the kalendar prince
- nikolai rimsky-korsakov// kaybolan bir geçmiş
odanın içerisi yüzeysel olarak bakılınca temiz gibi gözükse de dikkatli bakılığında darmadağınıktı. eşyalar günlerdir aynı yerde durmayı yadırgıyor gibiydi, gözüne her şey sevimsizce geliyordu. yıllar öncesinde saatlerce durmaktan keyif aldığı o odanın yerini kimsesizlik almıştı sanki. annesinin her daim yaktığı o kokulu mumlar yoktu, odanın farklı yerlerine yerleştirdiği özel tasarım metal şamdanları içindeki kalıntılarla birlikte paslanmıştı. içeride fazlasıyla hafif bir atmosfer vardı, evin diğer kısımlarından oldukça farklıydı ve aynı şekilde farklı hissettiriyordu fakat kötü değildi. şaşırtıcı olan kısım da buydu. aynı şekilde her tarafta olan kağıtlar ve etrafın dağınıklığı da tuhaf bir şekilde rahatsız etmemişti. aksine evdeki o huzursuzluk burada dinmiş de bir şekilde göz kapaklarının dahi rahatladığını hissetmişti. yabancı bir rahatlamaydı bu, bir şekilde hem rahat hissedip de hem de tedirgin olmuştu bu rahatlıktan.gözleri onun dışında her yerde dolanırken bir şey onu alıkoyuyordu. bu alışılmadık his de önünde duruyorken gözleri bir yabancılığı daha görmek istemekten korkuyor gibiydi. dudaklarında kalan şarabın tadı çoktan eskimişti, kuru ve tatsız bir et parçasıydı sanki. içindeki o kabaran dalgaların aniden dinmesi ve sönmesi korkuttu onu, üzerine çekmeye çalıştığı kılıfın saydamlaşması gibiydi ve çırılçıplak kalmış gibi hissediyordu.
çalışma masasına kadar kağıtlar ve yer yer dağılmış mürekkep zeminde yol çizmişlerdi. yerinde kıpırdandı, ayak uçları kapıya dönüp tekrar eski yerinde homurdandı, çekip gitmemek için topuklarını zemine sertçe bastırdı. sonunda bakışları karşısındaki adama çevrildi.
kafasının içinde dur durak bilmeden çıkan gürültü bir nebze olsun azalmıştı, ince bir sızı gibi çalan plağın melodilerini duydu. kör bir adamın ağlayışı ile ilgili kelimeleri yarım yamalak duydu, odağını oraya veremezdi zaten de. çünkü babası bu yaşayan durgunluğun ortasında hareketsizce duruyordu. yanına gitmek için kıpırdandı, arkası kendisine dönük bir şekilde koltukta oturan adama yaklaştı, pencerenin manzarası dahi eskimiş ve yıllanmıştı, babası gibi.
aynı hizadan çıkıp tam karşısına geçti. yarı açık gözleri donuk bir şekilde bakıyordu, boynu kaskatı kalmış gibi pencereye dönüktü ve dudaklarının kenarlarından köpürmüş gibi duran bir sızı vardı. kat katlaşmış derisi benek benek olmuştu ve gözlerinin etrafını halkalar hâlinde sarıyordu. denizin dalgalarının bir toprak parçasının çevrelemesi gibiydi fakat tek fark, yaşama yakın olmak için fazla hareketsizdi bu dalgalar. gözlerine bakınca, hareketine ateşin kıvraklığının yansıdığı o an geldi aklına. şimdiyse tek bir kıpırtı yoktu. gözlerinin siyahının koyuluğu ürkütücü bir şekilde yüzünün en orta kısımlarına kadar yerleşmiş de derisinin altından kendini gizliden gizliye belli ediyor gibi bir karanlık çökmüştü.
omurgası usulca büküldü, az önceki yaşama karşı sergilediği dik duruşun parçalanışını sırtında hissetti. elini tereddütlü bir şekilde öne uzattı, hareketsiz bedenin koltuğun üstünde öylece duran eline uzandı. parmaklarının buğusu soğuğuna karışmıştı. eski şefkati hissetmek için avucunu sıktı. elini bırakıp yarı açık kalmış gözlerine uzandı, zira o kayıtsız dipsizliği derinden hissetmeye devam ederse bu denli soğukkanlı kalamayacağının farkındaydı. buzdan işlenmiş gibi soğuk gelen derisi o siyahlığı örttüğü vakit, gün ışınlarının yakıcılığının sırtına vurduğunu duyumsadı. odada yaprak esmez iken hafif hafif bir esintinin varlığı şimdi yanı başında ve mürekkepten kirlenmiş belki de mürekkebin sancısında can vermiş kağıtlar kıpırtılar eşliğinde hareketlendi.
tüm sessizlik elini eteğini evden çekip sıyrıldı, kap kapacağın gürültüsü şimdi yükseliyor ve üst katın zeminin gümbürtüsü arsızca duyuluyordu. tüten bir ocağın yahut tencerenin ıslığı belli belirsizdi, dış kapıya vurulan tık tıkın sesi de. lian, küçük bir çocuğun anılarında yaşıyordu şimdi, karşındaki bedenin zamana meydan okuduğu zamanları görüyordu ve pencereden görünen bir aynanın yansımasından yeniçizilmiş gibi canlı doğayı, manzarayı izliyordu. göz kapaklarını kapattı, yutkundu ve tekrar açtı. odada hiçbir noktaya odaklanmamaya çalışıp kapıya ilerledi. ve dışarı çıktı. yalnızca birkaç dakika önceydi; ne hâle ve yöne şekillendiğini bilmediği yaşamının farkına çocukluğundan bu yana aynı dili konuşup aynı masalı anlatan bu odanın değişmeyen hâli sebebiyle varmıştı. kendisinin dahil olmadığını düşündüğü bu evin telaşlı yaşamında geçmişini anımsamak şaşırtmıştı onu. ardında bıraktığı adamın kendilerinden ilk ayrılışı değildi, geçmişi çürümeye yüz tutmuş bir kağıt gibi dokunuverdiği an parçalanıp toz olmuştu, bu seferki sonuncu olmalıydı. geriye hiçbir iz kalmadığını düşündü. bir daha hiç yüreğinin gümbürtüsüne kulak vermeyecekti.
bir daha hiç diye sayıklanan zihni, dışarıdaki nemli havayla kendine gelir gibi olmuştu. o giderken arkasından görünen evin yardımcısının şaşkın haykırışını duyduğu zaman hiçbir şey düşünmüyordu. ev halkı için büyük bir hadise değildi, o odanın kapısı onlar için uzun süredir kapalıydı. biraz sonra yaşlı adamın karısı içeriye girecek, şöyle nahoş bir bakış atacak etrafa, ardından kocasına doğru yürüyecek, onun donuk suratına bir müddet bakınacak, en sonunda yardımcıya bir şeyler söyleyecek ve kayda değer hiçbir şey olmamış hir hâlde tekrar üst kata süzülecekti.
lian ceketinin cebinden sigarasını çıkarıp aceleyle yaktı. çoktan evin sınırları içerisinden uzaklaşmıştı. ayağının altında ezilen taşların gürültüsü ve birkaç rüzgar uğultusu ile bu kaba yolu çıkıyordu. aksayan bacağı ile dişlerini sıkıyor, başına geçirmediği şapkasına lanetler okuyordu. öfkeliydi sanki, dışarıdan bakan göz bunu anlardı. oysa sadece huzursuzdu. öfkelenecek kimse yoktu, artık yoktu. bir anlığına sızı giren bacağı ile duraksadı. aklından geçen cümleye de takıldı belki de.
kasabanın göbeğine kadar gelmişti, yanı başından geçen atlıların bağırtısını nasıl duymadığına hayret etti. tahta kapıların açılıp kapanan gürültüsüne ilerledi. meyhane bu yağmurlu ve gündüz vakitte hâlen tıklım tıklımdı. sırtını dikleştirdi ve içeriye geçti. o boşboğaz bağırtıların sahipleri arasında dostunu gördü. yanına gidip omzunu sıktı, dostu başını çevirip onu gördüğü gibi keyifle güldü. yanındaki sandalyeyi işaret etti ve lian da istediğini yapıp yanına oturdu. önüne koca bir bardak kondu, bardağın kenarlarından akan bir damlayı gözleriyle takip etti. bir kulağı masadakilerdeydi, bir süre sonra adının sayıklanışını duyar gibi oldu.
başını kaldırdığı vakit kendisine yönelen bakışlarla karşılaştı. bir sorunun cevabını bekler gibilerdi fakat lian sessiz kaldı. kaşlarını çatıp derin bir nefes aldı. salladığı dizini, ona bir el dokununca fark etti. dostu endişeyle iyi olup olmadığını sordu.
"elbette," sesi kuruydu, boğazını temizledi. "iyiyim." saçlarında duran damlacıkları bir el hareketiyle dağıttı ve masadakilerin sohbetine kaldıkları yerden katıldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
tonight i feel like kafka
Storie brevisaat sabahın ikisi ve ben şarap içmek istiyorum, denesem bundan daha hippi olamazdım.