içi yıldız dolu kitap sayfaları

351 53 62
                                    

Dirseğimi sıraya koyup yanağımı da avucumun içine yaslıyorum. Duvar dibinde, bacaklarını kendine çekip öylece elindeki kitabı okuyan genci izlemeye başlıyorum sonra.

Gözlerim; onun siyah küçük gözlerinde, uzun ve ince olan kemikli parmaklarında, siyahın en koyu tonu olan, ipeği kıskandıracak bir yumuşaklıkta olduğuna inandığım saçlarında ve küçücük kalan bedeninde geziniyor sakin bir yavaşlıkla. Okumakta olduğu kitapta takılı kalıyorum. Dünden farklı olarak başka bir dünya klasiği var elinde. Kitap okumayı sevdiğinin en başından beri farkındayım ama her gün değişen kitapları beni bazen düşündürüyor. Bir günde bir kitabı nasıl bitirebildiğini merak ediyorum açıkçası. Belki de yarım bırakıp başka birine başlıyordur diyorum kendime ancak böyle yapacak biri olmadığının da pek ala farkındayım. Sonraları farkına varıyorum. Sayfalarda gözleri hızlıca dolanıyor ve bazen de sınıf kapısından içeri girerken morarmış göz altlarını görüyorum. Buldum diyorum sonra kendime yarı coşkulu yarı mutsuz bir şekilde. 'buldum, sabahlara kadar kitap okuyorsun demek' diye tamamlıyorum kendimi. Mutsuzluğum; kendisini böylesine yoruyor olmasına, uyuyup dinlenmesi gerektiği geceler de uyumayıp, dinlenmeden kitap okumasına, sabahları yorgun argın okula geliyor olmasına.

"Neyin var?"

"Hiç öyle, bir şeyim yok." diyorum bana kocaman gözlerle bakan Jisung'a.

"Emin misin?" hızlıca kafamı sallıyorum, o da daha fazla sorgulamadan çantasından bir şeyler alıp sınıftan çıkıyor. Baş başa kalıyoruz koca sınıfta yine.

Gözlerim yine onun üzerinde büyük bir keşfe çıkıyor. Sanki Amerika kıtasının keşfini yeniden benim gözlerim yapıyormuş gibi. Aklımdan geçen bu düşünce bana komik geliyor, kendimi tutamayıp kıkırdıyorum. Gözleri gözlerime çarpıyor sonra. Kalbim ağzımda atıyor artık. Ama uzun sürmüyor bu çarpışma, saliselik bir an. Benim için bir ömür yetecek bir an oysaki, saliseymiş kısaymış umrumda olmaz. Gözlerimiz çarpışıyor, beni görüyor, ben onu görüyorum, bu bana yeter de artar bile.

Başlarda, sadece ufacık bir etkilenme olarak tanımlamıştım hissettiğim bu duyguları. Sonra sonra farkına varıp kabullendim. Ben ondan sadece etkilenmiyordum, ben ondan hoşlanıyordum, ben onu seviyordum, deli divane bile olurdum onun için. Kendimden çok onu seviyordum ben. Bir köşeye çekilip, kitap okuyuşunu izlemeyi seviyordum. Şarkı söylediği anlarda sesinin beni ele geçirmesini seviyordum, en basitinden o eşsiz sesini seviyordum. Rastladığı sokak hayvanlarına yardım etmesini seviyordum. Diyorum ya, en basitinden güzel ve iyi kalbini seviyordum. Diğerleri gibi yüzünün güzelliğini değil kalbinin güzelliğini seviyordum işte. Ama korkuyordum. Beni reddetmesinden korkuyordum. Sonrasında belki benimle dalga geçer korkusu sarıyordu bedenimi. Her ne kadar böyle biri olmadığını bilsem de, zihnimde bana düşman olan düşüncelerim kulağıma bunları fısıldıyordu. Oldum olası çekingen bir çocuktum. Sert bakışlarımın ardında, kendine savaş açmış düşüncelerim vardı. Beni çekingen yapan da o savaşların sonucunda sürekli yenik düşmem olmuştu. Bu savaşta da yenileceğimi düşünüyorum şahsen. Ona hiçbir şey söylemeden, hislerimden bahsetmeden, her şeyi kalbimin ve zihnimin en derinlerine gömüp, yoluma devam edeceğim. Ama bir şeyler söylemeden yoluma devam etmek istemeyen bir ben varım içimde. Her şeye rağmen denememi isteyen bir ben.

Benliğimi tümüyle kaplayan bir savaşın en derinlerine çekilirken, kulağıma ulaşan fısıltıları yok sayıyorum. Ve masamın üzerinde duran kitabı alıp, onun karşına oturuyorum. İkimizin de okuduğu kitap aynı, ikimizin de okuduğu sayfalar aynı, belki hislerimiz de aynıdır diye düşünmekten alıkoyamıyorum kendimi. Bir gözüm ondayken diğer gözümle de onu takip ediyorum. O sayfayı çevirirken ben de çeviriyorum, benim sayfam bittiğinde onun okuduğu sayfa bitmediyse onu bekliyorum böylece ikimiz de aynı anda başlamış oluruz diye düşünüyorum. Ama bu pek mümkün değil, çünkü o benden önce bitiriyor sürekli.

kitaplar ve yıldızlarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin