|||

27 3 2
                                    

Ertesi gün öğle saatlerinde uyandım. Sabah sabah kapıma gelip beni ektiğini söyleyen bir Taehyung yoktu tabii. Kesintisiz uyudum. Gerçi gözlerimi açtığım anda sanki az önce kapatmışım gibi hissetmiştim ama olsun. Dünü ve Taehyung'u düşünmek istemiyordum. Daha az üzgün olmak istiyordum. Önce bi' duş almıştım. Sırtım başta olmak üzere birçok yerim ağrı içindeydi. Dün soğukta o kadar saat oturmanın acısı şimdi çıkıyordu. Islak saçlarım ile mutfağa geçip ilaç sepetini karıştırdığım sırada anneanneme yakalanmıştım. Bizim için planları varmış. Saçlarımı kuruttuktan sonra dışarı gelmemi beni kapıda bekliyor olduğunu söylemişti. Ben de ilacımı içip saçlarımı havlu ile elimden geldiğince kurulayıp yanına çıktım. Bugün hava bayağı bozuktu anlaşılan. Ayakkabılarımı ayağıma geçirip ceketimin fermuarını sonuna kadar kapattığımda anneannem yürümeye başlamıştı bile.

"N-nereye gidiyoruz?"

Koşar adım peşine takılıp onu yakalayınca yavaşlamıştım. O zaten bana kıyasla çok küçük adımlar atıyordu. O yüzden hafif hafif yürüyordum ben de.

"Öğle yemeğine davetliyiz. Uyanmanı bekledim."

Bana bundan dün hiç bahsetmemişti. Yürüdüğümüz yolu bilsem bile daha önce sadece önünden geçtiğimiz büyük bir evin önünde durunca incelemeden edememiştim. Kapıda bekleyip sağa sola sallandığım sırada siyah demir kapı kısa boylu, küçük gözlü, tatlı bir kadın tarafından açılmıştı. Bizi anında içeri davet edip küçük bi' bahçeden geçirerek içeri aldı. Eve girer girmez ceketimi çıkarmıştım. Gerçekten sıcacık bir evdi. Oldukça da sessizdi. Kadın yalnız bile olabilirdi şu an ama hazırladığı sofrada 4 tabak görünce yalnız olmadığını anlamıştım. Pek oyalanmadan sofraya geçtiğimizde bize her şeyden ikram etmişti. Ara ara benimle konuşuyordu. Beni sık sık görmüşmüş, çok tatlıymışım falan. Ben sadece teşekkür ediyordum. Biz yemeğe başladığımızda dördüncü tabağın sahibi hâlâ ortalıkta yoktu o yüzden kadın izin isteyerek yanımızdan kalkıp koridora kadar yürüyüp merdivene doğru bağırmıştı. Bağırdığı ismi tanıyordum. Oldukça iyi tanıyordum hatta ama böyle bi' anda duymayı beklediğim söylenemezdi.

"Yoongi! Gel artık."

Ben donmuş ellerim ve koridor kapısına bakan gözlerim ile öylece beklerken önce tembel adım seslerini sonra da tanıdığım küçük yüzün çıkardığı homurtuları duymuştum. Yoongi hyung kapıdan geçip beni görünce hafifçe duraksamıştı. Benim de ondan geri kalır bir yanım yoktu ama o çabucak toparlayarak karşıma geçti.

"N'haber Jungkook?"

"İ-iyiyim hyung, sen?"

Cevabıma gülüp başını iki yana sallarken sanki hiç inanmamış gibiydi. Önce elinde olduğunu yeni gördüğüm dışı deri kaplı olan metal şişeyi masaya koydu sonra tabağına bolca peynir doldurmaya başladı. Ben ise hâlâ cevap bekliyordum.

"İyiyim ben de. "

Bu kadardı. İkimiz de yemeğimizi yedik, o bazen içkisinden içti. Onun için hep 'sarhoş' diyordum ama gerçek anlamda bir alkolikti galiba. Annesi ona birkaç kez laf söylese de yüzüne bile bakmadan gıcık gıcık konuşmuştu. Bazen bana da soru sormuşlardı ama sürekli atlayıp bana cevaplama fırsatı sunmamıştı. Ne zaman ki doydu o zaman kalkıp beni de peşinden kaldırdı. Yemeye devam ediyordum aslında ama öyle bir tavrı vardı ki yarım bırakıp kalkmak zorunda kalmıştım. Onun tembel tembel indiği merdivenleri duvardan destek alarak çıkarken yine mırıldanmalarını duyuyordum. Merdiven cidden çok dar ve dikti ama o bundan değil de başka şeylerden şikayet ediyordu.

"Tanrım, bu saatte nasıl bu kadar soru sorabiliyor? Sana ne çocuk n'apıyorsa yapıyor."

Annesi hakkında şikayet ettiği belliydi aslında ama bence annesi oldukça tatlı biriydi. Ben sorularından hiç rahatsız olmamıştım. Beni üzmek için sorduğunu da hiç sanmıyordum ama Yoongi hyung bana kadına bunları açıklama fırsatı vermemişti. Dik merdivenleri çıkınca eliyle soldaki kapıyı gösterdi.

MiserableHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin