8

142 25 1
                                    

sadece americano içmek istemiştim.
gerçekten en sevdiğim şeylerden biri olabilirdi ve eskiden neredeyse her gün içerdim. ama bu sefer dışarı çıkıp hava almak da istiyordum çünkü bana ait olmayan bir yuvada yaşarken bazen içimden çıkmayan 'ait olamama' hissi kötü hissettiriyordu ve nefes almak istiyordum..

bu yüzden felix'e söylemiştim, o da 'neden söylemiyosun salak dışarı çıkalım' demişti hemen.
hava güneşli ve güzeldi bu yüzden mutlu hissetmiştim. bu tarz günler bana her şeyin yolunda olacağı hissini verirdi. ama bişirsiniz ki kış güneşi her zaman insanları kandırırdı. bu yüzden her şeyin yolunda olmaması çok da tuhaf değildi.

kafede felixle birlikte kahve içip cheesecake yemiştik. mutluydum cidden. sonra bir sürü fotoğraf çekinmiştik. sonra minho hyung'ı görmüştüm.

ne harika, değil mi? o kızla birlikte oturup konuşurken parıltılı gözlerini görmek de bir o kadar harikaydı. bunu okurken siz de yargılayabilirdiniz beni "sadece bir haftadır tanıdığın birisine karşı nasıl böyle düşünebilirsin jisung, ruh eşin bile değil üstelik. boşuna takıntı haline getirme" diye. ama o ilgi dolu gözleri ve yumuşak gülümsemesiyle karşısındaki kızla konuşurken kıskanmamak elimde değildi. tüm bunları düşünürken felix modumun düştüğünü fark edip şöyle bir etrafa bakınca da neler olup bittiğini anlamıştı.

"istersen kalkalım" demişti sonra. ben ise kafamı olumsuz anlamda sallamıştım, benim yüzümden huzurunun kaçmasını istememiştim. zaten yeterince zorluk çıkartıyordum eminim. tabii bunu ona söylesem bana kızardı ama, her neyse.

"aptalım" demiştim. "her seferinde imkansız şeylere ümit bağlıyorum"

felix ise gülmüş ve tuhaf bir şekilde şu cümleyi söylemişti "hani en güzel aşklar imkansız gelir ya insana, imkansız olduğu için aşıksın ona"

ne diyebilirim ki, klasik felixti işte ve kafamı karıştıran bir şey söylemişti. ama bu sayede aklım minhodan uzaklara gitmişti ve gülmüştüm. taa ki "merhaba jisungie" diye çağıran sesini duyana kadar.

saklansaydım veya kaçsaydım saçma olurdu ama yine de yapma fikri aklımda dolaşmamış değildi. yapamamıştım ve sahte gülümsememle birlikte "aaa minho hyung" demiştim flashtvyi aratmayan bir oyunculukla.

ayaküstü konuşmuştuk, sonra bana 'kız arkadaşı' joohyun'u tanıtmıştı. ben de memnun oldum demiştim tabii. ne demezsin, öyle memnun oldum ki gülen yüzümün altındaki şeytan şu sevimli kızı öldürmek istedi. (sadece abartıyordu.)

sonra da eve gelmiştik ve depresyona gireceğimi söylemiştim ama felix saçma efkarlı şarkılar açıp beni tekrar güldürmeyi başarmıştı. hep böyleydi ya, insana bir şekilde neşe veriyordu.

akşama doğru basketbol takımının grubuna pazartesi ve çarşamba ve cuma günleri antrenman olacağı yazılmıştı ve olaylar bu kadardı. bu haberle zaten berbat başlayan haftasonunun bir an önce bitmesini ümit etmiştim. ki öyle de olmuştu, felixin bana mahallelerini gezdirme isteklerini reddedip odamda uyumaktan başka hiçbir şey yapmamıştım. zaten o da pazar günü bay chris ile buluşmuştu. akşam eve geldiğinde nasıl mutluydu anlatamam. ben de öyle mutlu olmak istiyordum ama bugüne kadar istediğim ne olmuştu ki? sadece küçükken ailem istediğim her şeyi yapardı. sonra da şımarık bir çocuk olmamdan yakınırlardı. üstelik şımarık bile değildim. yani bence değildim, sadece benimle ilgilenmelerini isterdim.

sonraki gün okula gitmek için erkenden uyanmıştık ve bir kahvaltı-yol-okula varış rutinini atlatıp derslerimize girmiştik. felix geçen haftaya oranla dersleri daha çok önemsemeye başladığı için uyumuyordu ve ben de o uyumayınca uyuyamıyor böylece ders çalışmak zorunda kalıyordum.

ilk dersin teneffüsünde minho hyung yanımıza gelmiş ve antrenman için çağırmıştı beni, nasıl unuttuğumu anlayamamış ve apar topar basket sahasına inmiştim onunla birlikte. sonra soyunma odasında hızlıca spor kıyafetlerimi giyip onlara katılmıştım. çok güzel geçmişti, takım beni tahmin ettiğimden daha iyi sahiplenmişti. şu sarı çocuk hyunjin sayesindeydi sanırım çünkü herkese bana iyi davranmalarını tembihlemişti.

antrenman sırasında anlamadığım bir şey daha olmuştu. son sınıflardan olan ve minho hyunglar ile arkadaş olan choi san elindeki topu potaya fırlattığında ve top oradan sekip hızla minho hyung'ın kafasına çarptığında olmuştu bu olay. "üzgünüm iyi misin" diye yanına gelmişti arkadaşı ama "her zamanki gibi acımadığını" söylemişti minho hyung ve aralarında gülüşmüşlerdi. sessizce söylemişti bunu üstelik, muhtemelen duyduğumun bile farkında değildi ama duymuştum ve ne demek istediğini anlayamamıştım. iki ders süren antrenman sonuç olarak güzel geçmişti ve tekrar sınıflara dağıldığımızda aklımda hala bu soru vardı. ama büyük ihtimalle aralarındaki bir espri olduğunu düşünmüştüm. başka ne olabilirdi ki?

felix'e akşam bundan bahsettiğimde bilmediğini söylemişti. ayrıca akşam seohyun teyzeye şu bay chris ile ruh eşi çıkması gerçeğini de anlatmıştı. o da öğretmeni olmasına şaşırmıştı ama kimse buna karışamazdı çünkü onlar çoktan eşleşmişlerdi. ayrıca bir gün yemeğe davet etmişti. seohyun teyze nasıl da anlayışlıydı böyle, benim annem olsa elimde olmamasına rağmen beni azarlar ve ruh eşi olayının gerçek bile olmadığını anlatırdı. kendileri ruh eşi olmadıkları için başkalarının olacağına da inanmıyorlardı. aile gerçekten kaderdi.

ayrıca seohyun teyze bana da bir gelişme olup olmadığını sormuştu. maalesef var diyememiştim çok istememe rağmen. o da zamana bırakmamı, eninde sonunda beni bulacağını söylemişti. doğru söylüyordu aslında ama yine de umutsuzluğa kapılmamak elimde değildi.

her neyse, umarım onun dediği gibi olurdu ve o kişi bir an önce karşıma çıkardı. çünkü ben aptal gibi henüz tanımadığım birisini özlüyordum ya da tanıdığım... kim bilir?

29|minsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin