Bloodstream

831 64 136
                                    

İstinasız günümüze kadar gelmeyi başarmış efsaneler vardır. Bunların bazıları insanlara oldukça uçuk, bazıları ise "Neden efsaneleşmiş ki?" denecek kadar sıradan gelir. Apollo'nun ağaca dönüşen sevgilisi Daphne, gerçek hikayeyi bilmeyenlerin kötü karakter sandığı Medusa, yaptığı fildişi heykele aşık olan Pygmalion... Yüzyıllardır dilden dile dolaşmış birçok hikaye... Bazıları fazla umutsuz aşıklar, bazıları ciddi fedakarlıklar barındırır ama hepsinin ortak noktası aşktır.

Aşkın insanı -hatta Tanrı'ları- deliye döndürdüğü, karşı konulamaz bir tutkuyla etrafını sardığı, kaçamayacakları kadar sıkı iplerle birbirine bağladığı her yüzyılda söylenir ve buna inanılır. Evrenin her bir yanında, her canlı için aşk vardır ve var olmaya devam edecektir.

Tabi her mutluluğun sonsuz olmadığı gibi, her aşkın da masum ve güzel olduğunu kimse söyleyemez. Aşık olduğu kişi uğruna, kendi canını hiçe sayan, onun yüzündeki gülümsemeyi görmek için her şeyini vermeye hazır olanların hikayeleri de efsanelerde oldukça fazla yer alır.

Bunun bir örneği de, gezgin ressam Hua Cheng ve gül goncası kadar güzel aşkı Xie Lian...

Efsaneye göre; yanında sadece bir şemsiye ile, dünyayı bir kez turlayacak kadar yol almış ama durmadan ilerlemeye devam eden bir ressam varmış. Hua Cheng.... Uzun kahverengi saçları bir şelale gibi omuzlarından dökülür, üzerindeki kırmızı pardösü ile hoş bir uyum içinde dans edermiş. Yerlilerin söylediklerine göre sanatına o kadar bağlıymış ki, resimlerinden birini çizerken gözünü uzun süre kırpmadığı için sağ gözü görmez olmuş...

Köy köy dolaşan, dağları bir başına aşan ve ne bulursa onunla resim yapan gezgin; konaklamak istediği yerlerde insanların resimlerini çizerek onlara hediye eder ve böylece ücretsiz kalırmış. Gerek gezdiği köylerde, gerek geçtiği ıssız koylarda bile sevilen bu ressamın yolu daha önce hiç gitmediği bir köye düşmüş. Geceyi geçirmek için kalabileceği birilerini ararken, orman taraflarından el arabası sürerek gelen, güneş kadar parlak bir tene, bal renginde gözlere ve yeniden doğmuşçasına kişiyi tazeleyen bir gülüşe sahip birini görmüş.

Bu kişi, az nüfuslu köyde herkesin tanıdığı ve herkesin sevdiği, her türlü yardıma hazır, iyi niyetli, mütevazi ve saf Veliaht Prensmiş. 

Xie Lian.

Bu gül goncası kadar taze Prens, civar köylerin hepsinde Hurda Tanrısı olarak bilinir ve böyle hitap edilirmiş. Bir Prens olmasına ve sarayda yetişmesine rağmen fazla mütevazi olan Xie Lian, sürekli topladığı hurdalara bir servetmiş gibi davrandığı için kısa bir süre önce saraydan kovulmuş ve tahtından men edilmiş. Daima optimist ve daima halinden memnun olmayı bilen, çalışma ahlakına sahip, kendini köylülerden bir adım bile yüksekte görmeyen Prensi, halk kolayca sahiplenmiş.

Daha önce görmediği kadar beyaz bir tene sahip bu Prense ilk gördüğü andan itibaren aşık olan Hua Cheng, onun bir resmini çizmek istediğini söylemiş. Bu teklifle gururu okşanan Xie Lian, bunu sadece tek bir şartla kabul edeceğini, aksi halde resmini yapmasına izin vermeyeceğini söylemiş. Bu şart, onunla birlikte köyde spontane on kişinin daha resmini çizmekmiş. Eğer sadece kendi resmi çizilirse, köy halkının o resme tapabileceğini ve bunun onu halktan yükseğe taşıyacağını biliyormuş. Bu yüzden eğer onunla birlikte halktan birilerinin daha resmi çizilirse, bu köy için normal bir şey haline gelecek ve onu diğerlerinden üstün kılan bir şey olmayacakmış.

Gittiği köylerde bir günden uzun süre kalmayan Hua Cheng, sırf prensin resmini çizebilmek için bu köyde haftalarca kalmayı kabul etmiş.

Ressam Hua Cheng'in bu kadar efsaneleşmesinin en büyük nedenlerinden birisi de, alışılmışın dışında resim becerileriymiş. Boya, fırça ya da kağıt kullanmaz; bitkilerden, çamurdan çeşitli baharatlardan boya yapar, parmaklarıyla, çeşitli bitkileri fırça olarak kullanır ve kayalara, duvarlara ya da kumaş parçalarına resim yaparmış. Hua Cheng'in bu olağanüstü sanatı görenleri hayrete düşürür, uçsuz bucaksız bir hayranlık beslemelerine neden olurmuş. 

Bloodstream | HuaLianHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin