ağır kokulu, karanlık koridorda yavaş adımlarla tekrar ışığa kavuşmak adına yürüyordu. koridorun her adımında biraz daha uzadığına yemin edebilirdi. içindeki ses bir an önce bulunduğu yeri terk etmek istese de aklı kesinlikle buna karşıydı. burayı terk ettikten sonra dışarıda ne bulacağını bilmiyordu. nereye gideceğini bilmiyordu. on yıl uzun bir süreydi ve ne kadar çok isterse istesin dışarıda kendini bekleyen dünyanın hayal ettiği gibi olmayacağını biliyordu. belki de dünya ona içinde yer vermeyecekti.
önündeki büyük demir kapı gürültüyle açıldığında içeri dolan ışıktan kör olacağını düşündü. o kadar parlaktı ki, o kadar sıcaktı ki. üstü kapalı avluya çıktığında gördüğünden yüzlerce kat daha iyiydi. ve daha dışarı çıkmamıştı bile. şimdiden böyleyse diye düşündü, bu kadar aydınlık bir dünyada gerçekten bana yer var mı?
birkaç adım daha atıp kendini boşlukta bulduğunda çıktığı kapı arkasından kapandı. şimdi geri dönüş yoktu. tamamen yalnızdı. bacaklarının titrediğini hissetti. nereye gideceğini bilmiyordu. ki adını sorsanız o an adını bile unutmuş olduğunu fark ederdiniz.
"uzun zaman oldu, kazutora-kun."
duyduğu sesle başını yerden kaldırdığında kulakları uğuldamaya devam etti. arabadaki genç adamın söylediklerini de anlayamamıştı zaten. boş gözlerle etrafına bakarken önündekinin kim olduğu düşüneceği son şeydi. tek düşündüğü sağa mı yoksa sola mı gidip eskiden yaşadığı semti bulacağıydı. yoldan geçen arabalar ve insanların yarattığı gürültü düşünmesine hiç yardımcı olmuyordu.
adamın arabadan inip kendine doğru geldiğini gördüğünde nihayet dikkatini ona verebilmişti. üzerinde klasik bir takım vardı ancak ceket yerine yelek giymişti, saçları siyahtı, boyunun kendinden biraz kısa olduğu belliydi. gözleri maviydi, gökyüzü mavisi değil de dolunayda kalmış deniz gibi maviydi. karanlık.
gözlerine bakarken hatırladı kim olduğunu, o gözleri en son on yıl önce gördüğünü. gerçi o zaman daha karanlık bakıyordu. kollarında en yakın arkadaşının soğuk bedenini tutarken tanışmıştı bu mavilerle. sesi çıkmasa da bağırmıştı sanki suratına onu öldüreceğini.
"hey, bekle. gerçekten üzgünüm-"
sendeleyerek bir iki adımda geri çekildi. elleri refleks olarak havaya kalkmış, kendini korumaya çalışmıştı.
genç adam daha fazla üstüne gitmek yerine olduğu yerde durdu. "ne yapıyorsun?"
"üzgünüm tamam mı, gerçekten üzgünüm. her şey bir anda oldu. sen de biliyorsun."
yavaş adımlarla geriye doğru gitmeye devam etti. karşısındaki adamın intikam almaya geldiğini düşünüyordu. haklıydı da. kazutora da biliyordu günahlarını ölümden başka cezanın temizlemeyeceğini. ancak en azından ölmeden önce bir kez olsun en yakın, hatta tek arkadaşından özür dilemek istemişti. belli ki buna da hakkı yoktu.
"seni öldürmeye falan gelmedim. sadece şu arabaya bin, aptal gibi görünüyorsun."
"ne?"
şaşkınca suratına bakarken chifuyu çoktan ona ulaşıp elindeki çantasını almıştı. yüzüne bakmadan tekrar arabaya dönüp çantayı arka koltuğa bıraktı. sürücü koltuğuna geçerken bıkkınlıkla kazutora'ya baktı. "ne bekliyorsun?"
kazutora alelacele yanında yerini aldığında ölüm sessizliğindeki yolculuk başlamıştı. chifuyu gerginlikten parmaklarını direksiyona vurarak sakin kalmaya çalışırken, kazutora sadece camdan dışarı bakıyordu. chifuyu gözlemlediği kadarıyla diğerinin nefes almadığına, hareket etmediğine ya da gözlerini hiç kırpmadığına emindi.
fazla eski olmayan bir apartmanın önünde durduklarında chifuyu bir şey demeden arabadan indi. diğerinin onu takip edeceğine emindi. başka seçeneği yoktu ki.
apartmanın beşinci katına çıktılar ve chifuyu on sekiz numaralı dairenin kapısını açıp içeri girdi. elindeki kazutora'ya ait çantayı koridora bırakırken ayakkabılarını da bir kenara tekmelemişti. koridoru geçip salona gireceği sırada eski hükümlünün hâlâ kapıda beklediğini fark etti. resmen sabrını sınıyordu.
"içeri girecek misin artık?"
kazutora, sesindeki sinirli tonu fark ettiğinde hızla içeri girip kapıyı kapattı. chifuyu'nun arkasından yürüyüp salondaki koltuklardan birinde yerini aldığında ortam tekrar ölüm sessizliğine teslim olmuştu.
chifuyu'nun tavana, kazutora'nın yere bakarak geçirdiği dakikalar birbiri ardına artarken chifuyu sadece hata mı ettiğini düşünüyordu. onu evine almak ne kadar doğruydu? isteyip istemediğini sormamıştı bile. gerçi gidecek başka bir yeri olmadığına emindi ama.
on yıl önce hatırladığının aksine diğeri daha zayıf görünüyordu. gözlerinin altındaki siyah torbalar bir şeylerin yolunda olmadığını haykıyor gibiydi. yine de chifuyu'yu ilgilendirmiyordu. mümkünse o delikte ölmesini tercih ederdi. çıktığında onunla uğraşmaktan daha cazipti bu seçenek.
ama nedense haline de üzülmüştü. önceden, yani on yıl önce en azından kendine güveni var gibiydi. baji'ye onu dövdürürken veya onca insanın içinde mikey'i öldüreceğini iddia ederken aurası canlıydı. chifuyu şimdi karşısında kimin oturduğuna bile emin değildi. omuzları öne çökmüş, sesi kısılmıştı. zamanla içine kapanmış gibi görünüyordu. ne yani, en yakın arkadaşını öldürdükten on yıl sonra onu böyle mi görecekti? bu kadar beter halde mi?
⠀⠀⠀ ⠀⠀ ⠀ ⠀⠀____________________
⠀⠀⠀ ⠀⠀ ⠀ ⠀⠀
[ twitterda torafuyu comfort dedigim icin yedigim lincten sonra bunu yazmak iyi cesaret diye dusunuyorum 🤡btw bence ikisinin iliskisi cok onemli cunku duz mantikla baktiginizda da gorebilirsiniz chifuyu'nun ustun insani degerlerini ve kazutora'ya karsi tutumunu ]
ŞİMDİ OKUDUĞUN
bok mu vardı? | torafuyu
Fanfictionne yani, en yakın arkadaşını öldürdükten on yıl sonra onu böyle mi görecekti? bu kadar beter halde mi?