ertesi sabah uyandığında, taehyung kendini çok daha iyi hissediyordu- hayır, hayır bu bir yalandı. tüm gece gözüne bir damla uyku girmemişken nasıl iyi hissediyor olabilirdi ki? yalnızca, dün yatakhaneye dönerken verdiği kararı uyguluyordu; rol yapacaktı. hiçbir şey olmamıştı, her şey yolundaydı ve çok da normaldi.
bu yüzden uyanık dahi olsa yerinden kıpırdamadı ve jimin'in kendisini uyandırmasını bekledi. bu esnada da saçma şeyler düşünmemek adına -bahsettiği asla dün aldığı öpücük ve aptal jeon jeongguk değildi- beş yıldır her sabah ve akşam gözgöze olduğu tavanı inceliyordu. acaba tavanlar nasıl boyanıyordu? yere boya damlar mıydı? tabii ki damlamazdı, bir büyücü okulundaydı! ne kadar da muggleca düşünmüştü, tavan işini de elbette büyüyle hallediyorlardı. yüce merlin aşkına, büyük salonun tavanı göğü gösteriyordu!
bazen bu büyücü işleri ona hala fazlasıyla karmaşık görünüyordu. bilmediği onca şey vardı ki, tümünü öğrenmenin mümkün olduğunu bile sanmıyordu. emindi zaten büyücülerin dahi her şeyi bilmediğine. o dik kafalı, aptal, çirkin slytherin çocuğu bile pek çok şeyi bilmiyordu kesin.
"kim taehyung! kalk hadi, seni salak herif-"
arkadaşının detone sesinin ardından perdenin çekilme esnasında çıkardığı o ses de geldiğinde başını o yana çevirmiş, "madem uyanıktın neden kalkmıyorsun oğlum?" anlamaz gözlerle ona bakan jimin'e boş bakışlarıyla karşılık vermişti.
yavaşça yatağında doğrulduğunda "bak, kalktım" diyerek kısık sesle yanıtladı, kendisine tam şu an sinir olduğunu bildiği oğlanı.
gerisi biraz daha hızlıydı; lavaboda işlerini halletmişler, üstlerini giyinmişler ve kahvaltı için büyük salona ilerlemeye koyulmuşlardı. tüm bu süre boyunca jimin ona çemkirmeyi bir an için olsun bırakmamıştı. sürekli dünün bahsini açması da cabasıydı.
sessiz kalmayı tercih eden taehyung, dalgın bakışlarından ötürü geldiklerini fark etmekte bile gecikmişti. üzerinde, sanki onu delebilecek kadar keskin olan bir çift göz hissettiğinde başını kaldırdı ve tüm ihtişamıyla slytherin masasında oturmakta olan çocuğa baktı.
bir dakika, ihtişamı mı?
unutun bunu, yok öyle bir şey.
ilkokul çocukları gibi dil çıkarıp omzunu silktikten sonra önüne dönen jeon jeongguk, koca bir aptaldan daha fazlası değildi. tabii, bir de çirkindi. çirkin ve aptal.
onun bu tavrına göz devirip yerine geçti taehyung. bir yandan da kendine "topla kendini kim taehyung!" diyip duruyordu. rol yapacağım, iyi olacağım, her şey çok normal dememiş miydi? neydi bu hali? kendi kendinin adını lekeliyordu! hatta durun bir saniye- rol yapmak bile ne demekti? ufak bir öpücüğü neden bu kadar önemsemişti? kimliği belirsiz birinden olan bir öpücük hem de, düşünmesine değmezdi!
evet, evet bu düşüncelerle daha iyi hissetmişti. dünle ilgili zihninde tek bir düşünce vardı ki; o da kendisini öpen kişiyi olur da bulursa, yüzüne sağlam bir yumruk geçireceğiydi.
kahvaltının ardından, sızlana sızlana iksir sınıfına ilerlemeye koyuldu. aslına bakarsanız, bugün bu derse girmek gibi bir planı yoktu; jimin'i bir şekilde ekmiş ve kaçmayı aklına koymuştu. bir de şansa bakın! hayatın da kendi için apayrı planları vardı.
gözleri önündeki yemekler birden yok olduğunda ve herkes ayaklandığında topluluğun arasına karışmıştı. böylece günün herhangi bir saatinde yokluğu fark edilirse "hey, aslında bizimle çıkmıştı" dedirtebilirdi. sonrasında belki lavaboya gittiğini veya manga okumak için sessiz bir köşeye geçtiğini düşünürlerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
not like the other kids
Fanfiction"kim taehyung," diyişinde bile insanın içini titreten bir şeyler vardı. gözlerindeki yoğunlukta ve sıcak dudaklarında, günaha sürükleyen parıltılar kol geziyordu. "beni öp." sözleri zehir, dokunuşları panzehirdi. "şimdi ve burada." usulca kapanan gö...