thantophobia//sope

69 12 0
                                    

    
Merhaba nasılsınız?

Baştan belirteyim, angst bir one-shot fic.

Umarım beğenirsiniz, iyi okumalar dilerim <3


Kışın ilk günleriydi, havada serin ama hafif bir rüzgârın esintine eşlik eden kuşlar; güneşin ışıklarıyla hüzünlenen soluk bir sabah... Bugün Hoseok'un doğum günüydü. Hoseok, şu an 21'inde olan ve uzun bir süredir lösemiyle mücadele eden biriydi. Annesi ve babasını ise küçük yaştayken kaybetmişti, pek bir anıları yoktu onlarla. Kendisiyle aynı hastalığı yenmeye çalışan ve ondan bir yaş büyük olan Yoongi ile hastanede tanışmış ve birbirleriyle tanıştıklarından beri en yakın arkadaş olmuşlardı. Hatta tek arkadaşı bile diyebilirdi. Birbirlerine hep destek veriyorlardı ve bu dört duvarın ardından kurtulduktan sonra beraber dünyayı gezme hayalleriyle dolmuştu düşünceleri.

    Ama ne yazıktır ki Hoseok'un bugünkü kontrollerinde değerlerinin gittikçe kötüleştiği ve son evreye girdiğini öğrenmişlerdi. Zamanı gittikçe daralmıştı ama o yaşamak istiyordu. Daha yirmilerinin başındaydı ve onun da hedefleri, düşleri, daha önce gitmediği, görmediği gezeceği o kadar çok yer ve sevip de bırakmak istemediği bir o kadar da şey vardı ki. Bu yüzden kararlaştırmışlardı, bu akşam gideceklerdi, kaçacaklardı. Sabaha döneceklerdi belki, ama bugün Hoseok'un mutlu olması gereken bir gündü, onun üzülmesini hiç istemiyordu Yoongi. En azından birazcık da olsa eğlenmesini diliyordu.

...
    Ay artık gökyüzüne kavuşmuş, güneş ise karanlığın en derinlerine gömülmüştü, o saf sıcaklığı ile. İkili bir plan hazırlamıştı çoktan. Ama en başta bu hastaneden çıkmaları gerekiyordu. Daha öncesinde de birkaç kez kaçtıklarından dolayı bu onlar için pek uğraştırıcı bir iş gibi gözükmüyordu. Yanlarına biraz para dışında hiçbir şey almamışlardı, hayatlarının son anlarındaymış gibi yaşayacakları günü.

   Yaklaşık 10 dakikada hastane kapısına gitmişlerdi, görevliden gizlenerek hastane dışına çıktıklarında artık düşünecek, endişelenecek bir şeyleri kalmamış gibi özgür bir his kaplamıştı bu iki yüreği. Koşmaya başlamışlardı, gülümsüyorlardı. Bu mutluluklarını, onları hayatında hiç görmemiş yoldan geçen herhangi bir insan bile görebilirdi. Nefes nefese kalmışlardı, durmadan sahile kadar koşuşturmuşlardı çünkü. Ayakkabılarını çıkarıp denizin kenarında, su tenlerine değerken yürümüşlerdi öylece. Sadece karanlığın sesini işitiyorlardı, o sessiz, yalnız gürültüyü. Yıldızlar bile daha parlaktı, belki de sadece onlara öyle görünmek istemişlerdi.

Biraz ileride pamuk şeker satan yaşlı bir amca vardı, bir banka oturup seyrediyordu boşluğu. Yanına gitmiş ve iki tane pamuk şeker almışlardı. Ellerindekini yiyerek minik kum taneleri üstünde yavaşça ilerliyorlardı. Saatlerin nasıl geçtiğini anlamamış, hava daha da soğuduğundan dolayı ayakkabılarını giymişlerdi.

  Bir ses geliyordu, ince, yürek çarpıtıcı bir ses, müzikti bu. Başlarını sesin geldiği yöne doğru çevirmişlerdi. İki kemancı ve bir piyanist, notaları hissediyorlardı adeta. İkili yanlarına gidip o güzel esere gözlerini kapatarak eşlik etmişlerdi. Bu soğuk kış gününde içlerini sımsıcacık etmişti böylesine hoş bir tesadüf. Müziğin sonuna gelince, bu geç saate rağmen etraflarında bulunan 7-8 kadar insan da onlarla birlikte sanatçıları alkışlamaya başlamıştı.

Hoseok, Yoongi'nin kolunu tutup, yüzündeki gülümsemeyle bir yeri işaret etti, "Baksana, biraz ötede kocaman bir lunapark var, hızlı olursak hemencecik ulaşırız. Gidelim mi, hadi?" Yoongi, Hoseok'un bu ricasını kırmayıp lunaparka doğru yöneldiler. Narin kumların üstünde yürürlerken, Hoseok birden Yoongi'ye döndü, "Biliyor musun? Sen benim sahip olduğum tek arkadaşım, ailemsin. Şu ana kadar sevdiğim tek kişi sensin, ki ben kendimi bile seni sevdiğim kadar sevemem."

    Yoongi ellerini montunun cebine sokmuş ve küçük bir tebessümle başını hafifçe yere eğmişti. Hoseok küçük bir kahkaha atıp gökyüzüne bakarken sözlerine devam etti, "Eğer hayatım bu kadarsa, şu sıralar sürekli zamanım gelmiş gibi hissediyorum. Her yattığımda, 'Ya yeni bir sabaha gözlerimi açamazsam?' sözleri beynimde yankılanıyor. Eğer öyle olsa bile, umarım bir sonraki hayatımda yine seninle karşılaşırım ve yine seni tıpkı şu anki gibi severim. Bunu o kadar kalpten istiyorum ki, bilemezsin..." Cümlesinin sonunda derince bir nefes ciğerlerini terk etti.

    Lunaparka sonunda vardılar. İnsanların heyecan ve korku çığlıkları etrafı dolduruyordu. Her yer ışıl ışıl, rengarenkti. Çabucak bilet alıp dönme dolaba doğru koştular. Yan yana bindiler ve makine hareket etmeye başladı. Fazla yüksek olduğundan, Yoongi'nin biraz tereddütlü olduğunu gören Hoseok, yanındaki eli sımsıkıca tuttu. Yoongi de Hoseok'un bu hareketiyle endişesi biraz da olsa azalmıştı. Tam tepeye geldikleri sırada makine yavaşça durdu. Yıldızlara daha yakınlarda artık. Yoongi ani bir hareketle Hoseok'un yanağına minik ama kalp atışlarını hızlandıracak kadar değerli bir öpücük bıraktı. Küçücük kabindeki iki umutlu âşıklardı.

Lunaparktan çıktıktan sonra yolda yürürken küçük, şirin bir sahafa rastladılar ve içeri girdiler. Kapının üstündeki zilin sesi kulaklarına dolmuş ve içeriden yüzlerine sıcacık bir hava vurmuştu. Pencerenin kenarında uzanan minik kedi uyandı ve mırlayıp yanlarına gitti. Kısa bir genleşmeden sonra müşterilerinin bacaklarına sürtünüp geçti. Yoongi aradığı kitabı bulunca çabucak aldı ve kasaya gidip parasını ödedi.

    Kitapçıdan çıktıktan sonraysa yakınlardaki bir kafeye doğru yürüdüler. Şanslılardı, böylesine geç saatte açık bir yer bulmak çok zordu ama neyse ki kafe hâlâ açıktı. Girip iki kahve aldılar ve dışarıdaki sandalyelere oturdular. Birlikte denize karşı dönüp, dalgaların narin dansı izlediler. Hoseok yavaşça başını Yoongi'nin omuzuna yaslamış ve çok yorgun olduğunu dile getirmişti. Yoongi, aldığı yeni kitabı açtı ve satırlarını Hoseok'un da duyabilmesi için biraz sesli ama hafif bir biçimde okudu,

"Gözleri gökte olsaydı, yıldızlar da onun yüzünde;
Utandırırdı yıldızları yanaklarının parlaklığı,
Gün ışığının kandili uyandırdığı gibi tıpkı..."

  Ancak sayfa, yanındaki bedenin gözlerinin yavaşça kapanmasıyla yarım kalmıştı. Yoongi kafasını yana doğru çevirdi ve yanında öylece duran hissiz, soluk bedene baktı. Ciğerlerine hapsettiği kesik soluk, korkarak çıktı dudaklarından. Kitabın sayfaları rüzgârla karışırken gözlerini gökyüzüne çevirip daldı düşlere. Minik, beyaz karlar düşmeye başlamıştı. Yılın ilk karı yağıyordu. İlk kar normalde, âşıkları buluşturmak için düşerdi bulutların arasından ama bu sefer hüzünle dolu bir hikayenin sonuna bıraktı kendini.

 İlk kar normalde, âşıkları buluşturmak için düşerdi bulutların arasından ama bu sefer hüzünle dolu bir hikayenin sonuna bıraktı kendini

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

(Thantophobia: Aşırı derecede ölümden korkma, ölüm korkusu.)

~Abeille

thantophobia//sope [one-shot]✔️Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin