Bizim küçük apartman dairemizin karşısında, yaşadığımız semtin en ünlü restoranı olan Santiago'nun yönetici şefi oturuyordu ve ben ondan nefret ediyordum. Kendisine taktığı ismiyle tüm mahalleye buram buram kendini beğenmişlik yayıyordu ve ben her s...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Sabrina Claudio - Problem With You & Control
Bu dünyada nefret ettiğim çok şey vardı. Adaletsizlik, çocukları kapsayan her türlü kötülük, savaşlar, siyasal gerilimler, umutsuzluk, çaresizlik, belirsizlik. Bunların yanı sıra üzüm, kiraz ve domatesten de nefret ederdim. Ancak nefret ettiğim başka bir şey varsa o da ıslanmış peçetelerdi. Evet, ıslanmış peçetelerden de nefret ediyordum çünkü ıslak ve iğrençlerdi. Üzerimde bir dünya ıslak peçeteyle oturduğumu varsayarsak bu andan da nefret ediyordum.
Doyoung, bitmeyen bir derdin pençelerinden kurtulamıyormuş gibi bir darbe daha yediğinde, sinir krizlerini ağlama krizine çevireli birkaç saat olmuştu. Aslında, her şey mantık çerçevesinde konuşup kabullenmeye çalışmasıyla başlamışken her nasıl olduysa mesele yine söverek sinir bozukluğunun esiri olmasına dönmüştü. Onu anlıyordum, her şeyi kabul etmek gerçekten de zordu ancak Jungwoo'nun adamdan vazgeçmeyeceği de belliydi ve bu durumda belki de yapılması gereken her şeyi biraz olsun kenara kaldırıp, herkese zaman vermekti. Fakat benim avukat arkadaşımın kaçıracak bir saniyesi dahi yoktu. Göz yaşlarını silip silip üstüme fırlattığı peçeteleriyle beraber onu nasıl ikna edeceği hakkında düşünüyordu ve vazgeçmeye kesinlikle niyetli değildi. Beni ciddi manada korkuttuğu bir başka anlardan birindeydik.
"Düşünebiliyor musun, bana denememi söyledi. Onu kırdığım için özür diledim, söylediklerimde ciddi olmadığımdan, sadece çok sinirlendiğim için öyle konuştuğumdan bahsettim ama bana hiçbir şey konuşmamışız gibi denememi söyledi." Hayal kırıklığının zirvesinde gibiydi. Bir de kızarmış gözleriyle uyuşturucu bağımlılarına benziyordu.
"İstersen sana bir uyku ilacı alalım. Bir süre uyu ve sonra yemek yemek için uyan ne dersin?" Taeyong meselenin içinden çıkamayan arkadaşıma kolay yoldan bir çözüm sunduğunda onu duymuyordu. Ya da duymak istemiyordu çünkü Jungwoo konusunda haklı çıkmasına sinirliydi. "İlişki konularında pek tecrübem yok, bundan önce sadece iki sevgilim oldu ve birinde orta okuldaydım. Bu yüzden belki de tavsiyem umurunda olmaz ancak Jungwoo vazgeçmiyorsa ve sende ne yaparsan yap ikna edemiyorsan ya bırakacaksın ya da onun istediği şekilde oynayacaksın." Win elinde bir bardak suyla Hendery'nin getirdiği bonsai ağacını sulamaya çalışırken konuştuğunda Doyoung üzerime bir peçete daha fırlatmıştı.
Ah, Hendery yeni arkadaşımızdı. Mutfak tezgahında doktorculuk oynadığımız ve hepimize travmalar kazandıran akşamın üzerine teşekkür etmek için elinde bir saksı ve bir kutu pastayla geldiğinden bu yana dört gün geçmişti. Çocuk balkonda gördüğü bitkilerin etkisinde kalarak bize minyatür bir ağaç getirdiğinde buna en çok sevinen Win olmuştu. Hendery'ye göre ağaç, evdeki huzuru ve barışı sağlayacak simgesel bir süstü ancak huzurdan çok bir Japon ve bir Çin'li tartışmasına sebep olduğu kesindi. Yuta bonsai kelimesinin Japoncadan geldiğini söyleyip açıklamasını yaparken Win yetiştiriciliğin Çin'de başladığını öne sürüp tam bir çatışmaya sebep olmuştu ve biz onları susturmayı beceremediğimiz için hediye getiren çocuğu ürkütmelerine izin vermemek adına ağaca isim bulma fikrini öne atmıştık. O da büyük bir kaostu tabii.. Bakacak olan benim, o yüzden ismi de ben koyacağım diye saksıya sarılıp bir köşede oturan Çinli arkadaşım en sonunda Yuta'nın bütün sinir sistemini yerle bir ettiğinde kazanmıştı. O yüzden saksının üzerinde kocaman harflerle Pi-Fang yazıyordu. Winwin'in söylediğine göre bir ağaç tanrısının ismiydi ve bunun uydurma olup olmadığını dahi sorgulayamamıştık.