İnsanlar seviyor. Niye seviyor? Hiç sebep yokken bağlanıyorlar öylece. Tüm duygularını koşulsuz emanet ediyorlar karşısındakine. Peki neden? Sizce biz aptal mıyız? Aptalız ki böyle büyük işlere karışıyoruz. Aptalız ki sonucunu bile bile ölüme dört nala koşuyoruz. Aptalız ki önümüzü dahi göremeden körlemesine tökezliyoruz. Ama neden? İnsanlar severler ve ölürler. Tıpkı kelebeğin bir günlük ömrü gibi çabucak olup biter her şey. Aşkın tutkusuna kapılır, hayatı göremeyecek raddeye geliriz. Farkına varamazsın. Zevk alırken acı çekersin. Bazen sonucunu düşünmek istersin ve vazgeçersin. Dayanamazsın. Ve o ölümüne sevdiğin seni terk eder. Ve gerçeklerle başbaşa kalırsın. Zevk alırken gerçeklere katlanamazsın bazen. Belki de her zaman. Kim bilir? Tanrı bilir. Tanrı görür. Tanrı hisseder. Tanrı sahte aşkı bile hisseder. Tanrıyı kandıramazsın. Ne içinde ki sahte sevgi ile ne de değersiz yalanların ile. İnsanın yalanlarına inandırabilecegi tek kişi kendisidir. Koşulsuz her fırsatta inanır yalanlarına. Kendini inandırmışsa eğer bir kere, dünya yuvarlak desen döndüremezsin yolundan. İnsan inatçı olduğu kadar küstahtır da. Değer verebileceğinin fazlasına yer vermez hayatında. Tek kıvılcım yeterdir onu kızdırmaya. Ve ne yazık ki insanı uysallaştırabilen tek şey aşktır. Bu aşkın saf büyüsüdür. Kapıldın mı bir kere ne dönüşü vardır ne gidişi. Zaman durur adeta. Sonsuz bir beyazlık hayal et. Her adımında arkandaki gerçeklikten uzaklaştığını hisset. Bir vakit sonra arkanı döndüğünde önceki konumundan hiç de uzaklaşamadığını farkedersin. Sozsuzluktur. Gerçekligin ne sonu vardır ne de başlangıcı. Sen adımlarını arttırdıkça gerçeklik etrafını sarıp sarmalar. Gerçeklerden kaçamazsın ama yalanlarla ruhunu uyuşturabilirsin. Aşk ve yalan. İkisinin de işlevi aynıdır. İnsanı aptallaştırmaktan başka bir boka yaramaz. Tek fark yalanlarla daha fazla hayatta kalırsın. Aşk öldürür. Bir gece hiç farketmeden öylece söker alır ruhunu. Aptal olma. Aptal olursan tanrı kazanır. Daima.