"Bazı anlar olur ki acıyı anlatmaya kelimeler yetmez. O andan sonra da hiçbir zaman anlatılmaz. Yerleşir ve sadece hissedilmeyi bekler. Acı çekmeden yeniden hissedemez insan."
Hissizlik. Hissedebildiği tek şey hissizlikti. Ellerini cebine sokan genç kız sadece yürüyordu. Şubat ayında günün ilk saatlerinin verdiği o soğuğu, üzerindeki ceketin gizlediği hala daha pıhtılaşmamış olan yaranın acısını, yaşadığı olaya rağmen korkuyu ve adrenalini, hiçbirini hissedemiyordu. "Ölüyorum, diye düşündü genç kız omzundan kayan ceketini düzeltirken, ya bedenim ölüyor ya da artık ruhumu kaybettim."
Ceketine daha da sokulmadan önce ceketindeki kapüşonu kafasına geçirdi. Bir an önce eve gitmek istiyordu. Sokak boştu çünkü saat daha çok erkendi ama hayat biraz sonra başlar, insanlar dışarıya çıkardı. Herhangi birinin onu görmesini istemiyordu. Soğuktan akan burnunu çekti ve yürüyüşünü dikleştirip uzun bacaklarıyla hızlı adımlar atmaya devam etti. Kendinden emin ve sert adımları onun kabuğuydu. İnsanların kişilik ve karakterlerinin, yaşadıkları hayatın onların yürüyüşüne yansıdığını düşünerek büyümüştü.
Omzundaki yükü ağır gelen yorulmuş biriyle mutlu, başarılı ve hayallerine ulaşmış birinin yürüyüşü aynı değildi ona göre.
Evet belki şuan yürüdüğü sokakta kimse yoktu ya da kimse bilemezdi ama o biliyordu, yürüyüşünün ne anlama geldiğini.
Hızlıca yürümeye devam ederken şuan her ne kadar hissedemediği o yaranın bir an önce tedavi edilmezse iltihap kapıp ona büyük zorluk çıkaracağının farkındaydı. Evinin bulunduğu köşeyi dönerken cebindeki anahtarı çıkarıp avucunun arasına aldı ve sıkıştırdı. Az kalmıştı, biraz daha dayanırsa kendisini eve atacak ve rahatlayabilecekti. Kapıya ulaştı ve avucuna sıkıştırdığı anahtarı çıkarıp kilidi çevirdi.
Olabildiğince sessiz hareket eden genç kız kapıyı kapattı. Artık bitmişti. Üzerindeki siyah ceketin fermuarını indirdi ve tam o an acı tüm vücuduna yayıldı. "Ölmemişim." dedi hissettiği yoğun acıya rağmen histerik bir şekilde gülümserken. Banyoya girdi ve ellerini yıkadı. Kafasını kaldırıp aynaya baktığında gördüğü yansıma uzun bir süre önce görmeye başladığı ve artık alışık olduğu harabeydi.
Hayat dolu, hareketli, balkonlarında güzel kokulu renk renk çiçeklerin olduğu o binadan geriye artık hiçbir canlılığın olmadığı, kül ve yığıntı dolu renksiz bir harabe kalmıştı. Masum küçük bir kız çocuğu ise elindeki bu binadan tek geriye kalan şeye, kirlenmiş, yer yer de sökülmüş olan oyuncağına sarılmış öylece ona bakıyordu.
O ikisi aynada göz göze gelmişti.
Akan suyun altına tekrar ellerini sokup yüzüne su çarptı. Bu sefer kafasını kaldırıp baktığında artık kendi yansımasını görüyordu. Musluğu kapattı ve yandaki dolaptan sargı bezini, antibiyotikli kremi ve gerekli olabilecek birkaç malzemeyi daha çıkardı. Acı artık dayanması güç bir seviyeye gelmişti. Yarayı sarana kadar çok vakit kaybetmişti. Uzun süredir açık kalan yara artık çok daha kötü durumdaydı.
Ceketini üzerinden yavaşça sıyırdı.
Acele etmek istiyordu ama acı onun hareketlerini kısıtlıyordu. Karnındaki yarayı önce temiz bir bezle kurumuş kandan arındırdı. Bacaklarının uyuştuğunu hissetti genç kız. Oturmak istiyordu ancak yara ona müsaade etmiyordu. İyice temizlediği yarayı krem sürüp sardıktan sonra banyodan çıktı. Yatak odasına doğru geçti. Her zaman yatağının baş ucunda olan ağrı kesiciyi içti, kısa sürede etki etmesini dileyerek.Çünkü bir an önce buradan ayrılmak zorundaydı. Uzaklaşması gerekiyordu. Burada daha fazla kalması demek bir başkasının hayatını da tehlikeye atması demekti. Artık kimseyle bağının kalmasını, kimsenin onun yüzünden acı çekmesini istemiyordu. O sadece hayatta kalmak için mücadele etmek, sadece yaşamak istemişti ama verdiği bu karar ona en başından beri pahalıya mal olmuştu.
Hayatta kalmasının ona verilen en büyük ceza olduğunu sonradan anlamıştı.
YOU ARE READING
The Road You Left
FanfictionYolumuzun ayrıldığı sokağın en sonunda duruyorum öylece. Tüm yaşananlar gözümün önündeyken soruyorum, bu yolda ilerlemeyi yine de seçer miydim?