3. BÖLÜM

63 3 0
                                    

Her zaman ki gibi komşu kadının çirkin sesiyle uyanmıştı. Çırılçıplak ayakları ve elindeki süpürgesiyle söylenerek kümesten yumurtaları çalan çocukların peşinden koşuyordu. İstisnasız her gün aynı saatte yaşanıyordu bu komik olay.  Komşu kadının komik koşuşu kahkahalarla gülmesine neden olurdu. Çığlığı duyar duymaz, aynı sahneyle karşılaşacağımı bilmesine rağmen yatağından hızlı bir şekilde kalkar, penceresini açardı.  Odasının en çok sevdiği köşelerinden biriydi pencere kenarı. Yere kadar uzanan çerçeve ve evin dışına doğru uzanan hafif bir çıkıntı vardı. Diz kapağıma kadar uzanan kahverengi boyalı korkuluklar ve pembe, kırmızı, sarı ve mor renkte çiçekleri vardı.  Kadının çığlığı kaybolduktan sonra bir müddet çiçekleri seyretti. Mor çiçeğin üstündeki uğur böceği dikkatini çekmişti. Hırpalamadan, canını yakmadan almak için çiçeğe doğru eğildiğinde kanatlarını rüzgâra bırakıp uçuvermişti uğurböceği.  İçini çekip:

“ Hııııııh!, Çiko sucuklu yumurtaya ne dersin?” dediğinde uyku sersemi kedi birden canlanmış Ari’nin biran önce sucuklu yumurtayı pişirmesi için kasesinin yanına gidip beklemeye başlamıştı.

 Sucuğunu pişirirken pencerede ki yansımasına bakarak bir müddet kendisini süzdü. Siyah saçına inat beyaz teniyle birbirinden uyumsuz renklerle bezenmiş bir kazak gibi çirkindi işte. Yüzünü güzelleştiren tek şey ela gözleriydi. Çiko, Ari gibi dakikti.  Hem “Kır atın yanında duran ya huyundan ya da suyundan” dememiş miydi? atalarımız.  Kedi kumunu inatla reddeden Çiko dışarı çıkacağı vakit kapının yanına gider Ari’nin kapıyı açması için beklerdi. Yarım saat geçmesine rağmen dışarıya çıkan Çiko gelmemişti. Bu durumdan endişelenen Ari, insanlara kızmış, öfkesini kusmak için sabırsızlanan gökyüzüne bakıp Çiko’yu bulmak için dışarı çıktı. İki sokak öte de Çiko’yu bir ağacın altında beklerken buldu. İlk defa böyle bir davranışta bulunan Çiko bulunduğu yabancı ortamdan hiçte rahatsız olmuş değildi.  Yaptığının yanlış olduğunu anlayan Çiko tatlı sesiyle kendisini affettirmeye çalışırken; gökyüzü yağmur damlaları enstrümanına, gök gürültüsünü enstrümanını katıp insanlara korkunç konserini vermeye başlamıştı bile.

Her aksilikte beni bulur, diye sinirle dükkânın çatı çıkıntısının altına sığınmıştı Ari. En sevdiği yarışma programını kaçırdığı yetmezmiş gibi, bir de yağmur yağmaya başlamıştı, üç dört adımlık mesafeye rağmen sırılsıklam olmuştu. Ceketinden yere tıpkı çatılardan beton zemine düşen yağmur damlaları gibi damlalar kaldırıma düşüyordu:

“Pıt pıt pıt pıt…”

Bu ses o kadar sinir ediyordu ki, ceketinin köşesinden tutup çamaşır sıkar gibi burdu burdu ve ceketindeki tüm inatçı damlaları biranda yere boşalttı. O anda arkasından açılan gıcırtılı kapı sesini duydu. 

“Evladım gel içeride bekle istersen, yağmur duracak gibi değil. Pek ıslanmışsın.”

Sesin geldiği yöne doğru başını çevirdiğinde, sevimli, tombul bir yüzü olan bir yaşlı adamla karşılaştı. Orta boylu, bembeyaz kar gibi saçlarına inat simsiyah kömür gibi gözleri vardı yaşlı adamın. Buradan binlerce kez geçmişti ama bu yaşlı adamı hiç görmemişti, hatta dükkânı bile. Kapının önünde iki kişinin oturabileceği bir masa, yer yer ahşap çıtalarla tutturulmuş camdan bir kapı ve dışarıya açılan küçük bir pencere. Dükkanın tabelası olmasa dükkan sanılmayacak kadar şirin, eski duvarları olan bir evdi. Ürkek adımlarla içeri adımını attığında onu ilk karşılayan şey sıcak çikolata kokusu oldu. Buz gibi olmuş vücudu için sıcak çikolata iyi gelirdi. Yaşlı adam düşüncesini okumuş gibi, açık mavi kupa içinde ağzına kadar doldurulmuş, dumanı üzerinde tüten sıcak çikolatayı önüne koyup

“Otur evladım” dedi yine tatlı sesiyle.

Önüne koyulan sıcak çikolatayı unutup, şaşkın bir şekilde dükkanın içini izlemeye başlamıştı. Neredeyse bütün eşyalar ahşaptı, zemin bile, dışarıdan bakıldığında küçük bir dükkan gibi duruyordu fakat içi oldukça uzundu. Raflar irili ufaklı şişelerle doluydu ve içlerinde şimdiye kadar görmediği parlak renkteki sıvılar, dükkanın eskiliğine karşı renkleriyle inatla zıtlaşan şişeler vardı. Sonra hafif ılımış çikolatasından bir yudum almayı akıl etti. Hafif ılımış olsa bile aldığı bir yudum  çikolata ısınmasına yetmişti. Sanki damarlarında dolaşan kan değil de sıcak çikolataydı.

“Oldukça ilginç bir kedin var. Hiç böyle renge sahip kedi görmemiştim” diyen yaşlı adamanın sesi, sessizliği bir bıçak gibi kesti.

O kadar uzun süreden sonra ilk defa sesi çıkan Ari

“Evet, evimin bahçesinde korkmuş halde bulmuştum onu. Galiba, çocukların işkencesinden ürkmüştü. Bir yıldır arkadaşız onunla.” Sıcak çikolatasından bir yudum daha çekip, gülümseyerek Çiko’ya baktıktan sonra, asıl merak ettiği soruyu cesaret edip sorabildi.

“Pardon burası ne dükkânı acaba, ne satıyorsunuz ?”

“Ben satmıyorum, alıyorum!” deyip zeytin gözleri tekrar ışıldadı yaşlı adamın.

Bu dükkânın huzur veren bir yönü vardı ama huzursuzlukta veriyordu. Huzur ve huzursuzluğun muhteşem kokteyli nedir diye sorsalar bu dükkânı gösterirdi.

UNSUZ KEKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin