Sen bakma bu kadar hüzünlü şeyler yazdığıma, ben çok gülerim ve gülerken yalan olduğunu kimse anlamaz. - Cemal Süreya
* * * * * *
Park Jimin, kendisine isim bile düşünülmemiş bir bebekti doğduğunda. Ona annesinin adını verdiler. Babası Park Hyunjin, vicdan acabı çekiyor olacaktı ki bebeğe kendi soy adını vermişti fakat bebeğin yüzüne bakarken yüzünde yine o memnuniyetsiz ifade vardı.
Song Jimin, Forlorn Köşk'ünün arka bahçesine gömülmüştü. Bir cenazesi olmadı. Babası ve bebeğinin ağlamaları eşliğinde yine babası tarafından uğurlanmıştı son yolculuğuna. Babası mavi ortancalar dikmişti baş ucuna. Ortancaları severdi Song Jimin. Bir de hiç göremediği Smeraldo'yu severdi. Küçük Jimin'in doğduğu gün bir tomurcuk veren, nankör Smeraldo'yu.
Park Jimin, doğduğunda yüzünde büyükçe bir doğum lekesi vardı, bir de renkli gözleri ve açık renk saçları. Dedesi, o doğduğunda ondan nefret etmek için bir sürü sebebe sahipti. Bir de o doğum lekesi eklendiğinde, onu sevmek için bir sebebi kalmamıştı kendince. Kızı onun yüzünden ölmüştü, işini onun yüzünden kaybetmişti, özgürlüğünü de öyle.
Yaşlı adam Jimin 10 yaşına bastığı sıralar hayatını kaybetmişti. Park Jimin, yaşadığı yere uygun bir şekilde kimsesiz kaldığında, yaşı küçük ama tek başına hayatını idame ettirebilcek durumdaydı. Dedesi ona babasının kim olduğunu anlatmıştı. Fakat yüzünü hiç görmemişti. Merak da etmiyordu çünkü baba ne demek bilmiyordu Park Jimin. Gördüğü tek insan, yıllardır eve gelip giden Park Hyunjin'in adamıydı. Dış dünya nasıl bir yer bilmiyordu. Dedesinin onun için yaptığı tek yararlı şey okuma yazma öğretmesiydi. Bu sayede kitaplar okuyordu çoğu zaman. İsmini bilmediği fakat korkunç yüz ifadeli adam ki o adam kendisini canavar diye çağırırdı, Park Jimin'in isteği üzerine kitaplar getirirdi. Bunlar genelde sağdan soldan bulduğu kitaplar olurdu. Bir kaçını da kütüphaneden çalmıştı. Ansiklopediden romanına, ders kitabından gazatesine bir çok çeşit olan bir kütüphanesi olmuştu Park Jimin'in yıllar sonra. Fakat okumayı en sevdiği şey, annesinin bitki defteriydi.
Yalnızca çiçek ya da yeşil bitkiler yoktu bu defterin içinde bir çok sebze ve meyvenin nasıl yetiştirileceği de yazıyordu. Park Jimin, ne zaman kendi sebzelerini yetiştirmeye başladı, o zaman anladı korkunç bakışlı adamın iyi biri olmadığını.
Ondan yalnızca istediği şeyleri almasını, çürük şeylerin boş yere yer kapladığı söylediğinde, korkunç yüzlü adam gülmüştü. Park Jimin, yıllar önce eksik olan dişi yerine altın diş taktırdığını gördü. Tabi bunun matematiğini kuramayacak kadar masumdu. Adam git gide zenginleşiyordı. Ve yaptığı sadece küçük bir sır tutmaktı. Yaşayan 3 kişinin bildiği bir sırrı.
Park Jimin, zaman geçtikçe kendi kendine anlamıştı bazı şeyleri. Akıllı bir çocuktu. Dünyanın oluşumununun farklı teorilerini okumuştu. Kendisine göre mantıklı geleni seçmiş ve dünyayı zihninde canlandırmıştı. Fakat çok küçüktü dünyası. Kitapta okumuştu fakat aklı o denli büyük bir dünyada insanların neden savaştıklarına cevap bulamayınca küçültüyordu yine.
Park Jimin en çok da yalnızdı. Evindeki farelerle arkadaş olacak kadar hem de. Bazen birkaç kedi uğrar, rızkını alıp giderdi. Arılar çok uğrardı bahçesine. Park Jimin en çok arıları ve kelebekleri severdi. Kelebekler güzeldi. Arılar hakkındaysa bir kitap okumuştu. İlgisini çekiyordu. Bir dönem bir elik de uğramıştı mekanına. Yaralı olduğunu gördüğünde yarasını özenle temizleyip sarmıştı Park Jimin. Pansuman yapmaya alışıktı. Sol yanağındaki doğum lekesi soğuk ve kuru havalarda çatlar, kanardı. Temizlemezse daha da kötü olurdu. Bazen yorulduğu da oluyordu aynı şeyleri yapmaktan. Mesela en çok da iki haftada bir kapısına gelen, adını hala bilmediği adamın kendisine canavar demesinden yorulmuştu.