"winwin, abinin arkadaşları geliyor!" annemin bana seslenişiyle hemen yattığım yerden doğruldum.
"yuta hyung da geliyor mu?"
"geliyor."
"oley! yuta hyungu çok özledim!"
"yuta hyung da seni çok özlemiş." açılan kapıyla yüzündeki gülümsemesiyle içeri giren yuta'ya baktım.
"yuta hyung!!!" onu görmemle birlikte hemen ona doğru koşup boynuna atladım.
ben bacaklarımı onun beline sararken, o da kollarını belime sararak saçlarımı karıştırdı. "nasılsın ufaklık?"
"ya hyung! ben ufaklık değilim. yakında 18 olacağım!"
"hmhm. kesin öyledir." diyip beni hala kucağında taşırken, oturma odasındaki koltuğa bıraktı ve yanıma oturdu.
"yuta hyung."
"hm?"
"üniversiteye geçince beni bırakmazsın, değil mi?"
yuta gülüp bana baktı. "o nasıl bir soru öyle, bırakmam tabii ki."
"üniversiteye geçince benden kurtulacağını sanıyorsan yanılıyorsun. abinle arkadaş olduğumuz için beni ömrünün sonuna kadar görmek zorundasın."
ardından vücudunu tamamen bana doğru döndürüp, yanaklarımı elleri arasına aldı. "ayrıca bundan daha tatlı yanakları bulabileceğimi mi düşünüyorsun?"
"bebeğimin yanaklarını sal, yuta." taeyong gelip arkamdan bana sarıldı.
"sicheng nerden senin bebeğin oluyormuş? benim bebeğim o." yuta, kaşlarını çatıp taeyong'a baktı.
"abiiii! yuta hyung ve taeyong hyung yine başladı!"
kun'a seslenip, yuta ve taeyong'un her gün yaşadığı diyaloğu böldüm.
kun elindeki poşetlerle mutfağa doğru ilerlerken, yüzünde 'yine mi?' ifadesi vardı.
"winwin'i salın ve bana yardıma gelin!" kun, mutfaktan yuta ve taeyong ikilisine ithafen bağırdı.
"sevgilin yardım etsin sana." ten, kendinden bahsedildiğini duyunca, hemen mutfağın kapısından kafasını çıkardı.
"yardım etmezseniz size yemek yok!" yuta ve taeyong, ten'in tehditiyle oflayıp yanımdan ayrılmak zorunda kaldılar.
bende onların gitmesiyle birlikte, hemen telefonumu çıkarıp, en yakın arkadaşım jaehyun'a yazmaya başladım.
jaehyun & winwin
winwin
beni kaçta almaya gelirsin?