Tanrı'dan Ona Bir Hediye.

653 71 152
                                    

  Zaman, nasıl geçtiğini veya ne olduğunu bile açıklayamadığımız kavramdır. Kimine göre varoluş teorisinde büyük bir önemi vardır, kimi ise bu konuda umursamaz davranır. Bazıları hayatını verimli bir şekilde geçirmek için uğraşırken bazıları başarı yerine eğlenceli anılarla doldurmak ister. Ve her bireyin kendi kişisel zaman algısı vardır. Hoş, Suguru Geto henüz hayatta olmasına rağmen zaman algısını kaybetmiş ve bir daha asla bulamayacakmış gibi hissediyordu.  Ne kadar zamandır yağmurun altında ıslandığı konusunda hiçbir fikri yoktu, soğuk ve sert rüzgar, acımasızca tenine vurup onu hayattan koparmak istercesine düşürüyordu vücut ısısını. Bu kadar soğuğa rağmen, gözleri ve göğüs kafesinin içi açıklanamayacak kadar sıcaktı. Hatta o kadar yüksek bir sıcaklıktı ki bu, dışarı çıksa bütün okyanusları buharlaştırabilirdi.

  Suguru Geto için zaman durmuştu çünkü hayatında en çok sevdiği insanı kaybetmişti. Zamanın, güneşin ve dünya üzerindeki diğer her şeyin o olmadan anlamsız olduğunu anlaması pek de uzun sürmemişti. “Ah, Satoru,” diye geçirdi içinden. Koyu uzun saçlarının her bir teli birer tonmuşçasına ağır gelmişti tam o anda. Onun ismini aklından geçirdiği anda başı ağrımaya başlamıştı. Her şeyini onunla kaybetmişti çünkü... Bilincini, tek arkadaşını, içindeki aşkı ve benliğini... Her şeyini onunla beraber toprağa vermişti.

  Dünya, hiçbir ışık kaynağı olmayan karanlık bir yerken, hiçliğin ortasında beliren ve Suguru'yu hâlâ bir umut olduğuna inandıran okyanus mavisi gözler vardı bir zamanlar. Çok uzak değil, birkaç ay öncesinde kadar. Bu gözler, Suguru'nun bulunduğu karanlık dünyada elmastan bile daha değerliydi çünkü tek bakışında bile bütün karanlık yeryüzünü aydınlatacak kadar güçlüydü.

  Karanlık günlerden birinde, Suguru Geto umudunu yitirmeye iyice yaklaşmışken, beyaz parlak saçlı, okyanus gözlü ve porselen ciltli bir oğlan bütün saflığıyla ona el uzatmış, Suguru daha ne olduğunu anlayamadan onu karanlık dünyasından kurtarmıştı.

  O günden sonra her zaman birlikte vakit geçirmişlerdi. Günler, Suguru Geto'ya umut vermeye başlamıştı artık. Kanına karışan mutlulukla, Satoru Gojo'ya iyiden iyiye bir bağlılık hissetmeye başlamıştı. Satoru için de pek farklı olduğu söylenemezdi. Birbirlerine kalplerini adayacak kadar büyük bu bağlılığa ne isim vermeleri gerektiğini bilememiş, insanların karanlık günlerdeki yaratıklar gibi üstlerine çökeceğinden korkmuşlardı.

  Bazen yaratığa benzettikleri insanların göremeyeceği yerlerde zamana sahip olurlardı, yalan ve yapmacık olan her şeyi bir kenara bırakır, sabırsız elleriyle yavaşça üzerlerindeki kumaş parçalarından kurtulur, hiçbir zaman sesli söylemeye cesaret edemedikleri cümleleri birbirlerinin kulağına fısıldarlardı. Soğuk tenleri ve sıcak dudakları birbirine değerken kalp atışları öyle hızlanırdı ki, artık konuşmaya bile gerek duymazlardı. Satoru, Suguru'nun bütün parmaklarını öptükten sonra elini çıplak göğsüne koyar, kalbinin ne kadar hızlı attığını hissetmesine izin verirdi. Bu gibi anlarda Suguru sadece sessizce ağlardı. O, karanlığına bir ışık istemiyordu, Satoru'nun ışığının bir parçası olmak istiyordu. Hoş, Satoru Gojo onu hiçbir zaman reddetmez, omzu Suguru'nun göz yaşları ile ıslanırken vücudunun her bir noktasına küçük öpücükler bırakırdı.

   Birbirlerini seviyorlardı ve bunun farkındalardı. Satoru bunu yüzlerce, binlerce kere sesli bir şekilde söylemişti ancak Suguru yaratıkların korkusu ile sessiz kalmayı seçmişti hep. Şimdi ise zamanı yoktu. Toprağın altında yatan ceset ne onu işitebilir ne de söyleyeceği kelimelere karşı heyecanlanabilirdi. Satoru Gojo, tanrının ellerinden ona bir hediyeydi ve Suguru Geto, içinden kabuslarının çıkacağını düşündüğü için asla bu hediyeyi sahiplenememişti.

  Göz yaşları ardı arkası kesilmez bir şekilde yanaklarından aşağı süzülürken, çok geç olduğunu bilmesine rağmen bütün gücüyle haykırdı soğuk ve yağmurlu geceye doğru. “Seni seviyorum, Satoru Gojo!”

from god's hands to him :: sugusatoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin