or

9 3 0
                                    

Aynı lunaparka dokuz hafta sonra gelen bir misafir vardı. O da buranın şöhretini duymuştu. Bunun için Avustralya'dan Japonya'ya gelmişti. Japonca bilmeden buraya gelmek biraz zor olmuştu ama sonunda buradaydı işte. Lunaparka ayak bastığı an o tuhaf havayı hissetti. Bir adım öncesi ve sonrası farklıydı. Adımladı, adımladı. Dört dikkat çeken standı gördü. Hepsine eşit mesafede durdu. Tepesinde onun hareketlerini izleyen Mina'dan habersizdi.

"Falcıda iki kadın var. Mina'yı gören Nayeon ve Jeongyeon." dedi kendi kendine. Vücudunu falcıya çevirdi. İlerlemedi, yerinde kaldı. "Mina'yı duyan Dahyun ve Chaeyoung kayıkçıların orada. Onu bilen Momo ve Sana oyuncak ödüllü atış oyunu alanında." dedikten sonra bildiği son ipucunu da dile getirdi.
"Jihyo ve Tzuyu sekiz kadından biriydi. Mina'nın arkadaşıydı. Cambazların oradaydı." Mina bu adamı merak etti. Önceden gelen dokuz bin kişi direkt etrafa bakardı aval aval. Fakat bu kişi her kimse, gelmeden bura hakkında fazla araştırma yapmış olmalıydı. Çünkü sadece buraya gelenlerin bileceği şeyleri biliyordu ki buraya gelenlerin çoğu da Mina ile karşılaştıklarında ölüyordu. Adam sağına soluna bakındı. "Cevabımı bilmek ister misin?" dedi Japonca. Mina adamın yanına indi, biraz sonra görünür olduğunda konuştu. "Japonca konuşmana gerek yok." dedi adama. "Vay canına saçların yanmıyor." dedi adam hayretle. Korkmuyordu pek, bu tarz şeylere alışkındı. Sadece daha önce gördükleri anlatılanlara bezniyordu ama Mina anlatılana benzemiyordu.

"Beni nasıl anlatıyorlar?" dedi Mina merakla. Şu an ondan kaçmayan bir yaşayan bulduğu için çok mutluydu. "Saçının alevlendiğini, gözlerinin içinin kapkara olduğunu söylüyorlardı ama gözlerin grimsi bir mavi. Tanrı'm cidden inanamıyorum." dedi adam. Dışından söylemek istemediği ama düşündüğü onlarca şey vardı ve Mina hepsini görebiliyordu. "Gerçekten korkmadım mı benden?" "Hayır, neden korkayım ki? Korkulmayacak kadar insansı ve güzelsin." dedi. Mina yüzyıllar önce kaybettiği tenini hisseder gibi oldu. Sanki bir vücudu vardı şu an ve ısınıyordu, kalp ritmi değişiyordu.

"Sen neden gidemiyorsun buradan?" dedi adam. Mina bezmiş ifadesiyle konuştu. "Yıllar önce biriyle buraya gelmiştim. Oldukça eğlenmiştik ve benim yaşadığım dönemde burası böyle değildi. Burası sevgililerin buluştuğu bir tepeydi. İnsanlar gelip piknik falan yapar giderdi. Sonra buraya lunapark yaptılar ben ölmeden iki yıl önce. Buraya son gelişim de oydu. Gayet güzeldi her şey, benim bir sevdiğim vardı o da seviyor diyordum." deyip bekledi biraz. Ciddi anlamda ruhu daralıyordu.

"Benim öldüğüm akşam ona evlenme teklifi etmiştim şakayla karışık. Buraya gelen her misafire sorduğum gibi sordum ona da." diyen Mina'dan sonra adam konuştu.

"Hey boy, look I'm gonna to make this simple for you. You got two choices. Yes or yes ?" dedi. Mina gülümsedi. "O İngiliz miydi?" Mina başını salladı. "Bana evet dedikten sonra cebinden bir bıçak çıkardı ve burama sapladı." dedi kalbinin olduğu yeri göstererek. "Kelimenin tam anlamıyla kalbimi çaldı. Sadece kalbimi değil, mirasımı da çaldı. Bana evet deyişini herkese bir evlilik yemini gibi anlattı ve bana kalacak malları zimmetine geçirdi." dedi Mina ağlarken. Fiziksel olarak ağlamıyordu, gözlerinden yaş gelmiyordu ama ağlayan bir sese sahipti o an. Adam Mina'ya kollarını sarmak istediğinde bunu başaramayacağını düşündü ama yanılmıştı. Kollarını bir hayalete dolayabilmişti."Mina" dedi adam hayalete bakarken. "Özgürlüğün için ne yapmalıyım?"

Mina'nın burada geçirdiği yıllarda yaşıyor olmayı dilediği sekiz an olmuştu. Şimdiki de dokuzuncuydu.
"Bilmiyorum." dedi, yalan söylemişti. Adam başta inandı. Ama sonra şüphelendi. 'Kendini kurtarmanın yolunu biliyor olmalısın.'

"Bilmiyorum !" dedi Mina direterek. "Peki." dedi adam ve düşünmemeye çalışarak, çünkü Mina düşüncelerini duyuyordu, lunaparkı dolaşmaya başladı. Bir ipucu bulacağına inanıyordu. "Nereye gidiyorsun?" dedi Mina yankılı sesiyle. "Biraz gezeceğim !"

Yes or YesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin