"Yemin ederim gördüm diyorum neden anlamak istemiyorsunuz?" Sarı saçlı adam, 30'lu yaşlarında olsa da hayal gücünden hiçbirşey eksilmemiş arkadaşının omzunu destek verircesine sıktı. "Andreas, betin benzin atmış. Bence biraz dinlen. Bunu daha sonra konuşuruz."
Andreas, yanındaki, kendisi için endişelenen dostuna baktı. Haklıydı. Kayığını aceleyle adanın arka tarafına bırakmak zorunda kalmıştı ve ayağını toprağa bastığı andan itibaren koşuyordu. Alnından akan terler onu rahatsız ettiğinde eline aldığı mendille sildi. O gördüğü de neydi öyle. "Haklısın. Biraz uyusam iyi olacak." "Yanında gelmemi istermisin?" "Sağol Lukas ama gerek yok."
Eve gelir gelmez kendini yatağa attı. Sabah doğru düzgün birşey yemediği için acıkmıştı ama yorgunluğu daha ağır basınca uykuya teslim oldu.
Uyanınca etrafına bakındı. Hava kararmış, avlananlar ve oduncular dönmüştü. "Saat sekiz olmalı." Uyurken gördüğü rüyadan kendini arındırmak için soğuk su çarptı yüzüne. Zaten çok kabus gören biri olduğundan fazla etkilenmemişti. Hatta belki de, sabah gördüğü şey de bir kabustu yada uyku sersemliğinin bir yansımasıydı. Yinede uzun süre denize açılabileceğini düşünmüyordu.
Kalan son ekmek parçasıyla kahvaltı yapıp dışarı çıktı. Babasının ona doğru hızlı adımlarla geldiğini görünce yavaşladı. "Sen beni rezil mi etmeye çalışıyorsun?!"
Dedikodu bu adada hızlı yayılıyordu ve yaşlı adam bir korkağın babası olarak anılmayı hazmedemezdi. "Herkese bir ahtopottan korktuğunu nasıl söylersin?"
Genç zaten kimsenin ona inanmasını beklemiyordu fakat korkak durumuna düşmek canını sıkmıştı. "O ahtapot değildi baba. Dev gibi bir kuyruktu. Yığınla balık bana doğru geldi sonra deniz dalgalanmaya başladı. Etrafa bakınca da Ducie adasının orada çıktı sudan. İnanmayacağını biliyorum ama doğruyu söylüyorum."
Yaşlı adam ağrıyan alnını ovuşturdu. "Ben sana sabah hiçbirşey içmeyeceksin demedim mi? Adadaki tek kayık sende. Eğer düşersen seni kurtarabilecek kimse olmayacak." "Tamam baba, tamam. Anlaşıldı. İçmem bir daha. Neyse baba ben Lukas'ın oraya gidiyorum."
"Bozacının şahidi şıracı. O da seni savundu durdu ama ne yapacaksın? Biri öz oğlum diğeri kuzen oğlu." Daha da söylense de ortamdan hızla ayrılan genç diğerlerini duymayacak kadar uzaklaşmayı başarmıştı.
"Hoşgeldin kuzen. Merak etme bu balıklar ölü. Korkmana gerek yok." Balıkçıya girer girmez kuzeninden yediği lafla gözlerini devirdi. "Zaten hepsini o getirdi. Değil mi Andre?" "Boşver Lukas, bununla uğraşmaya değmeyeceğini biliyorsun." "Herneyse. Ver balığımı da gideyim. Sizin aksinize doyurmam gereken karınlar var benim." "Ama hâla çocuk gibi davranmana ne demeli? 27 yaşındayım diye geziniyorsun ama çocukça esprilerinden vazgeçemedin."
Bu sefer göz devirme sırası kuzenindeydi. Başka birşey demeden alışverişini yapıp çıktı. "Bu kadar üzerine gitmeseydin keşke." Çocukluktan beri anlaşamasalarda Lukas kimseyi üzmek istemiyordu. "Ya boşver. kızdırmak için yapıyor biliyorsun. Ben de istediğini veriyorum sadece. "Kısa bir sessizlikten sonra dişlerinin arasından devam etti. "Korkmama gerek yokmuş. Benim gördüklerimi görse böyle konuşabilir miydi acaba. Hele babam..."
" Dostum, yanlış anlama ama gördüğün şey başka birşey olmasın? Odun parçası gibi mesela." Cümlesini omuz silkerek bitirdi. "Sende mi ya?" "Bir düşün. Dediklerin mantıklı hiçbir yere çıkmıyor. Hatta seni tanımasam ilgi için uyduruyor derdim ki bunu düşünenler de yok değil." "Oğlum mantıklı olmadığını bende biliyorum ama gördüm işte." "Peki neden sadece sen?Tamam, şuan senden başka balıkçı yok ama baban da önceden balıkçıydı. O neden görmedi?"