14- TÜRK KANI

57.3K 5K 1.8K
                                    

Gecenin bir yarısı onu eve getirdiğimde babam uyanıp içeri geldiğinde ilk bana, sonra da Kürşat'a bakmıştı. Ve o an babamı neden bu kadar sevdiğimi anladığımı anladım.

Kürşat'ın yarasına bakıp, kanlar içinde ki gömleğini gördü. Gözleri dolu dolu oldu. Onun için ölüm sıralı olmalıydı, kendisi' gibi yaşlı insanlar dururken gencecik insanların ölmesi zoruna gidiyordu.

Annemden birkaç şey isteyip kardeşlerim de dahil herkesi içeri gönderdiğimde Kürşat'ın gömleğini çıkarıp yarasına baktım. Derin miydi değil miydi anlamıyordum bile.

Daha sonra ise Kürşat'ın söylediği şeyleri uyguladım, dikişlik bir yarası yok gibiydi. Belki de vardı ama kendisi istememişti.

"Belki de iç kanaman vardır." dedim yaralı olan bölgeye ilk başta temiz bir bez yerleştirip daha sonra ise siyah beyaz puşi ile sararken.

"Çok derin sokmadı." dedi, arkasında olduğum için sırtını görebiliyordum.

"Keşke daha derin soksaydı." elbette içimden geçen şey bu değildi ama sinirimi bozduğu için ağzımdan böyle bir şey çıkmıştı.

Sırtı gerildi, sabır dilenir gibi derin nefes aldı. Puşiyi bir tur daha attırıp sıkı olması için küçük topu iğneyi yan tutarak kenarına sapladım. İşim bittiğinde gerilen sırtını inceledim.

Yer yer küçük benleri vardı ve dikkatli bakıldığında anlaşılan çil gibi lekeler. 

"Bitti mi?" diye sordu, üstü çıplak olduğu için üşümüştü muhtemelen.

"Bitti." dedim oturduğum yerde kıpırdanıp ayağa kalkarken.

Kürşat gömleğinden bir bakış attı ama beyaz gömlek bildiğin kıpkırmızı olmuştu. Derin bir nefes alıp bez gardıropa ilerledim. Eğilip en büyük kazağımı çıkardım. Siyah beyaz, örgü kazağı elime alıp yanına ilerledim.

Kazağı ayağının dibine attım, ters bir tepki vermeden saniyesinde eline aldı ve önünü çevirmeye çalıştı ama hareket ettikçe yüzü buruşuyordu. O kazağın önünü çevirip kaldırdı ama giyinemeden birkaç saniye nefes nefese kaldı.

Sıkıntılı bir nefes alıp oturduğu yere çömeldim ve kazağı elinden aldım. Kirpiklerinin üzerinden baksa da bir şey demedi. Kazağı elimde toplayıp yaka kısmını tuttum ve hiç nazik olmayan bir tavırla kafasından geçirdim.

O kolunu iki taraftan geçirdi, kazağı aşağı indirirken yara kısmına gelmesin diye yavaşça indirdim. Biraz daha rahatlamış gibiydi ama yine de canı yanıyordu.

"Baban yaranı en sonunda görecek." dedim ayağa kalkıp. Babasından neden gizlediğini merak etmiştim.

"Bu halde mahallelinin karşısına çıkamam, babama birkaç gün şehir dışında kaldığımı söyleyeceğim. Şimdi de gün aymadan kalkıp giderim." dedi ama konuşurken bile zorlanıyordu.

"Bu halinle mi gideceksin?" diye sordum bakışlarımı ona çevirip. Kafasını salladı.

"Sıkıntı yok, giderim." dedi ama kendisi bile emin değildi.

"Aynen gidersin." diye mırıldandığında kafasını kaldırıp yüzüme baktı.

"Anlamıyorum." dedi, Kürtçe konuşmamdan bahsediyordu.

"Noldu 'Türkçe konuş' diye küfür etmiyorsun." alayla sorduğum soru karşısında kaşlarını çattı.

"İstersen ederim." 

Birbirimize sinirli sinirli bakarken telefon sesi aramıza girip dikkatimizi dağıtmıştı. Gözlerini benden ayırmadan yavaşça elini cebine atıp canını acıtmadan telefonu çıkardı ve kapanmaya yakınken açıp kulağına götürdü.

"Ne var Ömer?" gözlerini çevirip rastgele odaya bakındı. Karşı tarafın sesini net duyabiliyordum.

"Ya reis beni aramışsın da uyuyordum. Önemli bir şey mi oldu?" uykulu sesi bana kadar geliyordu. Kürşat dişlerini sıktı.

"Ulan bir gün acil bir şey olsa ulaşamayacağım demek ki hiçbirinize. Bıçaklansam, kan kaybetsem siz arayana kadar geberir giderim bir köşede." dedi Kürşat dişlerinin arasından.

"Yok abi o kadar da değil. Öyle şey mi olur?"

"Neyse Ömer, ben birkaç gün şehir dışına çıkıyorum. Haberiniz olsun diye aradım."

"Abi o Vural denen piç peşinden gelmesin, sonra reis baba duyarsa senin de başın yanar."

"Sıkıntı değil, merak etme. Hadi siktir git uykuna devam et." dedi ve cevabı beklemeden telefonu kapattı.

Biraz geriye gidip sırtını duvara yasladı ve yerden destek alıp kalkmaya çalıştı. Ama aşırı zorlanıyordu.

"Nereye gideceksin?"

"Bulurum bir yer." dedi ama yüzünü buruşturmuştu. Birkaç saniye durup öfkeli bir nefes aldım.

"Otur oturduğun yerde, iki gün burada dur. Şimdi gideceksin yolda bir şey olacak, benden başka seni son gören kişi de olmadı suç benim üzerime kalır." bu kadar derin düşünmüyordum elbette. Gecenin bir yarısı yaralı haliyle çıkıp giderse istemsizce onu merak edecektim.

"Bir şey olmaz." hâlâ kalkmaya çalışıyordu.

"Kürşat," dedim eğilip onu geri yerine oturturken. Ani hareket yaptığım için canı yanmıştı. "Otur oturduğun yerde sinirlendirme beni, başımı belaya sokma."

Öfkeli bakışlarını bana çevirdi, yarasını tutuyordu. Ama tek bir itiraz cümlesi bile kullanmamıştı. Gitmek için direnmemişti.

Sanırım o iyileşene kadar yaralı bir ülkücüye bakmam gerekiyordu.

****

Yakınlaşmaları için bu yöntemin olması gerekiyordu yoksa siksen bir araya gelmezler.

Öyle direkt hoşlanma, oo hadi öpüşme, sevişme, aşkından ölüyorumlar yazmayacağım. Yavaş yavaş yazıyorum. Evet bölümler kısa ama sahneleri bölüme yayıyorum. Bol bol bölüm atarsam bölümlerin kısalığı pek göze batmaz herhalde.

Kendi kafama göre yazıyorum yani yorumları ciddiye alacağım ama etkilenmeyeceğim bu kitapta.

MEMLEKETSİZ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin