Nihayet terfi oluşunun ardından yalnızdı.
Bu cezaevinden bir çıkış olmadığını söylerlerdi.
Dört duvar arasında olduğu gibi, özgürken de yalnızdı.
Buradan bir çıkış sahiden de yoktu.
Özgür olarak girdiği yer onun özgürlüğünün sonu olmuştu, bu da buradan bir çıkış olmadığını söyleyenlerin gerçekçi söylemini tasdiklemiş oluyordu böylece.Her birey yalnız doğardı, kaderiyle tanışır ve ardında bıraktığı sanrısına kapıldığı izleriyle beraber yok oluverirdi.
Üç buçuk yıl.
Bir asır gibi hissettiren üç buçuk yıl nihayetinde son buluyordu.Jungkook, ilk önce ellerindeki kelepçeden kurtuldu, ardından bomboş bir ifadeyle gardiyana baktı.
"Bitti mi?" Diye sordu, orta yaşlarını çoktan geride bırakmış olan ak saçlı gardiyan suçsuzların halinden anlardı. Oysa bu cezaevine mahkum olan herkesin mutlaka bir suçu olurdu.Jungkook'un gözleri boşluğa düştü, bakışlarının odağı, dışarıya bir adım atmasıyla gökyüzündeki güzel güneşi buldu.
Elini, gözünü alan güneş ışıklarına karşın alnına siper etti, uzun zaman oluyordu.
Yalnızca avluda yarı buçuk denk geldiği gökyüzü şimdi tüm güzelliğiyle karşısındaydı.Çok geçmedi, ilk kez zamanın su gibi akışına şahit olduğu saniyelerin hızına yetişemedi.
İstemsizce görüşüne giren genç kadına dikkat kesildi.Özgür olmak tuhaftı, o yüzden tek yaptığı yalnızca etrafa bakınmaktan öteye gidemedi. Ve şu an odağındaki tek sima radarından kaçmış değildi. Hücrede geçen günlerin ardından yaşam belirtisi görmek tuhaftı.
Genç kadın derbeder haldeydi, şık görünümünün aksine mutsuzdu. Jungkook ifadesizliğine anlam veremedi. O da özgür olmasına rağmen bir yerlerde tutsak gibiydi, bir derdi vardı.Genç kadının ağır adımları, cezaevinin ilerisindeki güneşli bahçede meşe ağacının yanında durdu.
Jungkook yalnızca onu izlemeye devam etti.
Gümüş işlemeli el çantası dışında bir de omzuna astığı bez çantada o kadar çok aynı türden çiçek vardı ki, bir an için neden yanında çiçek taşıdığına anlam veremediği kadın, el çantasından alımlı bir tabanca çıkardı. Jungkook kısa süreli afallamışlığından sıyrılmaya fırsat bulamadan kadın tabancanın namlusunu şakağına yasladı.Adımları hareketlendi, genç kadının yanına varmak için koştu ama yetişemedi.
Ve Roseanne Park, önünde duran genç adamın yüzünü gördüğü an tetiğe bastı. Geç kalmıştı.Jungkook adımları tam önünde durduğunda dehşetle onun yüzüne baktı, genç kadının tehlikeli tebessümü kaşlarını çatmasına yol açtı.
Oysa Roseanne şarjördeki son mermiyi ablasının katilini öldürmek için harcayalı yalnızca birkaç gün oluyordu."Dalga mı geçiyorsun?"
"Ben bir sihirbazım," Dedi Roseanne, bunun üzerine Jungkook gergince yüzünü ovaladı.
"Sen delisin. Tedavi ol."
Bunun üzerine Roseanne'in tebessümü genişledi, Jungkook büyülendiği hissiyatıyla sarsıldı.
"Dedim ya, sihirbazım."
Jungkook, onun yanına düşen elindeki tabancayı bir hışım çekip aldı ve boş şarjörü kabaca gösterdi.
"Ya da zaten mermi olmadığını biliyordun." Dedi daha mantıklı bir gerekçe sunarak.
Roseanne omuz silkti, tabancasını geri aldı ve çantasına geri koydu."Basit bir mahkumla sahte intihar girişimimin kritiğini yapmak için vaktim yok," Roseanne omzunda asılı olan bez çantayı işaret etti.
"Onları ekmem gerekecek. Yoksa ölürler. Henüz çok gençler." Dedi, Jungkook tek kelime etmedi.
"Onca çiçeği ne diye yanında taşıyorsun?"
Roseanne seslice güldü, Jungkook bunu beklemediğinden genç kadının bir an için deli olduğunu düşündü. Kendisi de tıpkı onun gibi tertemiz delirirken kendisi için acınası sözler sarf etmeye hücrede çokça vakti olmuştu.
"Şu ana kadar kimse benim için krizantem almadı. Ben de çaldım." Dedi, omuz silkti ve dikkatli bakışları Jungkook'un yüzünde gezindi.
Tanıdık simayı ilk değerlendirişi değildi."Seni tanıyorum. Ama sen beni tanımıyorsun. Yeni terfi olmuşa benziyorsun, mutlu olmalısın. Benim aksime. Sana güzel bir hayat dilerim. Hoşça kal." Dedi Roseanne, Jungkook sesinin ne denli güzel olduğunu düşündü. Afili bir şarkının sahip olabileceği en zarif bestesine ait gibiydi.
"Değilim." Roseanne'in adımları durdu, omzunun üzerinden ona taraf baktı. Jungkook ise hayal kırıklıklarına perde olmuş sahte bir maskenin bekçilik ettiği onun ifadesine kilitlendi.
"Bir geçmişim yok artık. Kim olduğumu bilmiyorum. Evimin yolunu unuttum. Burası," Dedi Jungkook, peşi sıra arkasındaki cezaevini işaret etti.
"Evim oldu. Bir ev nasıl cehenneme döner?"
Dedi, Roseanne'in az önceki arsız ifadesi yok oluverdi, bakışlarından öfkeli bir hüzün geçti. Öfke ve hüzün aynı anda nükseder miydi?Roseanne uzunca bir süre onu izledi, Jungkook ise ellerini eşofmanının cebine atıp onun gitmekle kalmak arasındaki ikilemine bizzat tanık oldu. Roseanne gidemedi.
"Zavallı çocuk," Dedi, Jungkook kaşlarını çattı.
Bez çantasından bir krizantem çiçeği çıkardı ve ona uzattı.
"Bunu al. Şans getirsin diye değil. Yalnız gibisin. O seninle gittiğin yere kadar gelecektir."
Jungkook burnundan alayla soludu, kulağa komik gelen söylemine karşın çiçeği kabaca aldı.
"Bu çiçek mi?"
Roseanne ifadesizce baktı bir süre.
"O da tıpkı senin gibi nefes alıyor. Hayatta, hala bir şansı var. Onu da seninle götür. Bir saksıya ek ve ona iyi bak. Seni anlayacaktır."
Jungkook en başından beri kafadan kontak olduğunu düşündüğü kadını öyle bir dikkatle dinledi ki, donukluğundan sıyrıldığında hayal meyal gülümsedi ama çok geçmeden soğukkanlı ifadesi eski yerini aldı.Roseanne bir sürü krizantem ve beyaz gül dolu bez çantasını yeniden omzuna astı, umutsuzluğun hükmettiği ifadesinde sırf karşısındaki genç adama umut olsun diye burukça tebessüm etti.
"Hatalarını ört bas etmekte ustasın. Ama sen hatalarınla insansın, zavallı çocuk. Şimdi gitmem gerek, değeri senden pahalı olan çiçeğime iyi bak. Yoksa," Dedi, gözleri sahte bir şüpheyle kısıldı.
"Krizantem laneti nereye gidersen git seni bulur."Jungkook anlam veremedi, genç kadına dair daha çok şey bilmek istedi. Hatalarından bahsetmişti.
"Kimsin sen?" Diye sordu. Bu, Jungkook için öylesine bir soru olmaktan öteye gidemezken Roseanne için tuzak soruydu.
"Sihirbaz. Senin sihirbazın." Dedi, son kez alayla gülümsedi.
"Peşimdeler. Gitmem gerek."Ardından arkasını döndü, tersi istikamete adımladı ve çok geçmeden gözden kayboldu.
Jungkook elindeki krizanteme baktı. Böyle zarif şeylere alışık değildi. Hücrenin paslı parmaklıklarından bulaşan paslı eline yakışmayan krizantemle bakıştı bir süre.
Cezaevinden çıktıktan hemen sonra gördüğü ilk sima olan genç kadının göreceği son sima olacağını bilemezdi oysa.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
prisonér
Fanfiction"Seni bulana değin evimi unuttuğumu sandım. Aylarca dört duvar arasında tutsaktım, zihnime kazınmış çehreni unutacağım ihtimaliyle sarsıldım. Ve aklımı yitirdim. Ama artık özgürüz, Seul bundan böyle biz mahkûmların şehri."