geriye dönüşkafamı koyduğum masadan seni izlemeye başladım. önünde defterin elinde kalemin, bir şeyler yazıp çiziyordun. ne yazıp çizdiğini o kadar merak ediyordum ki daha fazla kafam masaya yaslı duramadım, doğruldum.
bir balerin çizmiştin. dans eden bir balerin.
balerinin yüzünü öyle sahici çizmiştin ki şaşırmıştım. sanki o bir çizim değildi, sanki o sendin. yüzü güzel ama hüzünlü bir balerin.
boğazımın kaşındığını hissettim, hafiften bi' öksürdüm. acı kahve gözlerime, dumanlı akik gözlerin değdi tam o an. nasıl baktın bilmiyorum ama yemin ediyorum kalbimin sesi o an o kadar gürültülüydü ki senin duymandan korktum. nasıl utandığımı bir bilsen, benimle dalga geçerdin. hemen kafamı çevirdim.
beni, sana bakarken yakaladın. beni daha nerelerine bakarken yakalayacağını bilseydim o an asla kafamı çevirmezdim. seni doya doya içerdim.
bir sorun olmadığı ortada olunca bakışların tekrar çizimini buldu, işine kaldığın yerden devam ettin. sanırım üşüyordun çünkü her saniye burnunun ucu kızarıyordu.
biliyor musun, ben saydım. tam on üç dakika kırk bir saniye boyunca bacağını ritimli bir şekilde salladın. bu hareketi utandığın zamanlarda yaptığını, niye bana hiçbir zaman söylemedin?
"ders bitti." diyen hocaya baktım önce, sonra kendi önüme. sen balerini çizerken ben de seni çizmiştim. bu seni on altıncı kez çizişimdi ama hâlâ ilk gün ki gibi özenerek çiziyordum. oysaki her bir zerreni ezberlemiştim. mesela gülerken gözlerin o kadar kısılıyordu ki gözlerin yok gibiydi, saçının bir tutamı diğer tutamlara kıyasla daha kısaydı, üşüdüğünde burnunun ucu kıpkırmızı oluyordu , falan filan.
senin bana dair hiçbir şey bilmemen ne acı ama.
seni ilk defa dört ay önce görmüştüm. benim yaklaşık iki yıldır geldiğim resim kursuna yazılmıştın. sadece pazar günleri oluyordu bu kurs ve bana pazarları sevdiren sendin. şimdi pazarları hiç sevemiyorum ve sebebi yine sensin.
çoğu kişi çıkmıştı sınıftan ve sen toparlanır toparlanmaz hocanın yanına gittin, bir şeyler konuşuyordun ve bu konuşmaya dair duyduğum tek şey "haftaya gelemeyeceğim hocam." dediğindi. hemen suratım asıldı. neden gelmeyecektin ki? sen gelmiyorsan eğer ben niye gelecektim ki?
yavaş yavaş toparlandım ve çantamla birlikte ayağa kalktım. sizin de konuşmanız bitmişti ve hocaya gülümsemeni bahşettin. bana hiç gülümsememişken resim hocamıza gülümsemen daha çok canımı sıktı, suratım daha çok asıldı. duygularımla baş edemiyordum ve sebebini de bilmiyordum.
aslında biliyordum. sebebi gönlüme ektiğin tohumdu. ben onu sulamış, yeşertip filizlendirmiştim. sadece içimde yumru gibi olan o tomurcuğun -sana olan aşkımın- açacağı günü bekledim. o çiçeğe yalvardım çünkü seni seversem beni seversin diye düşündüm. senin sevgine ihtiyacım vardı. beni duy istedim. buna da surat asmamıştım o an ama beni hiçbir zaman duymaman da canımı sıktı.
sınıftan çıktın ve ben de peşinden gidiyordum. ortam sessizdi. sen önüne bakıyordun, ben de rahatsız olursun diye önüme -yani sana- bakmaktansa duvara asılı tablolara bakıyordum. bu tabloları öğrenciler yapıyordu ve çok sevdiğim jale hanım -resim hocamız- onları duvara asıyordu. son asılan tablo benimki idi. seni çizdiğim bir tabloydu bu, acaba anlamış mısındır diye düşünmeden edemiyordum.
birden sen de durdun ve o tabloya uzun uzun baktın. anladın diye ödüm kopmuştu çünkü seninle ilgilendiğimi tahmin etmeni istemiyordum, geçip karşına itiraf etmek istiyordum her şeyi. her konuda korkak davranan ben konu sen olunca tek başına cesurca savaşan bir savaşçı gibi davranmak istiyordum. en başından beri o tablodaki kadının sen olduğunu biliyordun, ben de bildiğini biliyordum içten içe. yoksa bir türlü bakmaya doyamadığım kızıl kahve, hafif dumanlı akik gözlerin bana bu kadar şehvetli bakabilir miydi açıkçası bilemiyorum.
çok bakmadın zaten o gün o tabloya, koşar adım uzaklaştın. ben tabloya bakmaya devam ettim. portren bile bu kadar güzelken canlı hâlini gören gözlerim mutlulukla kısıldılar. müthiş bir duyguyla o an kahkaha atmak istedim ama bunu yapmadım.
çünkü bütün kahkahalarımı sana saklıyordum cam güzeli.
sonunda gözlerim tablonun sağ alt köşesine denk geldi. adım ve imzam asılı duruyordu o kısımda. adımın yazdığı yeri kederli bir şekilde izledim ve hayatımla adımın tezatlığına oturup ağlayasım geldi o an. eminim kırık bir kalbim olmasa sürekli ağlayasım gelmezdi ama elimde değildi işte. derin bir nefes aldım ve senin çıktığın kapıdan senin aksine hızlı bir şekilde değil de yavaş yavaş çıktım.
benim adım mutlu ve ben, sen hayatıma girene kadar mutlu olmak ne demek bilmiyordum feride.
•••
merhaba, bu benim ilk kurgum ya da ilk defa yazdığım bir yazı değil. yazdığım birçok şiir ve dergilerde çıkan yazılarım var ama hiçbirini yazarken bu yazacağım kısa hikayede ki kadar heyecanlanmamıştım. sebebi; bu hikayenin benim için özel olması, benim için anlamının olması. o yüzden uğraşmaya çalıştım, çok yazıp çok sildim. umarım beğenirsiniz. bir yazım hatam varsa da affola. kendinize iyi bakın. (:
dipnot: koyu yazan yerler olay içerir, ince yazan yerler ise bir iç konuşmadan ibarettir.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sen hiç evsiz kaldın mı?
Short Storyes la historia de un amor, como no hay otro igual.