0: Yuvadan ayrılış ve saraya geliş

72 9 11
                                    

dipnot: akhilleus'un sarkisi uyarlamasi. galiba. bazi yerleri degistiririm herhalde bilemiyorum. iyi okumalar <3

Onu ilk görüşümü çok net hatırlıyorum.

Nasıl hatırlamam ki zaten? O bahçedeki her bir çocuğun arasında güzelliği ve gücüyle güneş gibi parladığını nasıl unuturum? Mikasa Ackerman'ı ilk görüşümü, gözlerimi ondan alamayışımı nasıl unuturum?

O gün bir yarışma düzenlenmişti, bizim krallığımız da bu yarışmaya ev sahipliği yapıyordu. Babam benim de yarışa katılmamı emretmişti ama biliyordum, benden bir şey beklediğinden değildi, sadece nezaketen yapıyordu bunu. Zaten oldum olası gözüne girememiştim, tek çocuğu olmama rağmen erkek olmadığım için sürekli ayrımcılık yapıyordu bana. Annem desem, onun zaten aklı yerinde değildi. Ne zaman görsem soluk gri gözleri hülyayla uzakları izlerdi. Ben de böyle kusurlu insanların kusurlu çocuğuydum işte. Adımı Sasha koymuşlardı, insanoğlunun yardımcısı, savunucuydu anlamı. Buna rağmen o yaştaki bir kızın yapması gereken çoğu şeyi yarım yamalak yapıyordum ben, ismimin gereğini yerine getiremiyordum.

O gün de diğerlerinden farklı değildi. O gün de beceriksizdim. Yarış koşu yarışıydı, en arkada koşanlardan biri bendim. Bitiş çizgisini geçtiğimde soluk soluğa öksürüklerimi yutarak gözlerimi sahada gezdirdim. Halk ve soylular tezahürat yapıyordu. Herkesin dilinden tek bir isim düşmüyordu. 'Mikasa'.

Gözlerim onu aradı, kim bu Mikasa, diye meraklandım. Oysa onu görmemek imkânsızdı. Uzun siyah saçları, parlak lacivert gözleri, pespembe dudakları vardı. O yaştan yapılı, orantılı vücudu onu erkeklerden bile raahtça ayırıyordu. Ellerini zaferle kaldırmış, tezahüratlarla beraber kocaman gülümsüyordu kalabalığa. Nasıl da parlıyor, diye düşündüm. Ne güzel parlıyor.

İşte o gün, Mikasa Ackerman ilk kez ilgimi çekti. Doğulu bir prensesle soylu Ackerman ailesinin bir ferdinin evladı, Ackermanların yegâne varisiydi. Ayrıca dediklerine göre Tanrıça Athena'nın gözdesiydi. Tabii ki altın çocuk olacaktı, nasıl bir eve doğduğunu düşünürsek. O zaman onu kıskanmıştım, hâlâ daha ara ara kıskanırım onu, ama kaderi gelir aklıma; yaşadıkları, kibri, sevgisi, nefreti... Durup düşünürüm o vakit, ya kıskanılacak bir hayat yaşayan o değilse?

Her neyse, konudan uzaklaşmayalım.

O gün aşağı yukarı dokuz yaşındaydım. Aradan bir yıl geçti, yine aşağılandım, hor görüldüm, tahta layık karşılanmadım. Ama alışmıştım. Alttan aldım, görmezden geldim, onca hakarete rağmen yine de göz göze geldiğim herkese gülümsedim. Gün geldi çattı, diyarın en güzeli olduğu söylenen Historia için eş adaylarının arandığı duyuruldu. Tabii ki de ben değildim o eş adayı ama kraliyet ailesinin bir parçası olan kuzenime aracılık etmek için o yaşımda kuzenimle beraber Paradis'e yollandım.

Taht salonunda o efsanelerden bildiğiniz türden adamlar vardı. Zırhının Hephaestus tarafından bizzat dövüldüğü konuşulan Reiner Braun, kıvrak zekasıyla daha bir çocuk olmasına rağmen savaşları yönetebilen Armin Arlert; orada olmaktan pek memnuna benzemeyen,
savaşma iradesi ve özgürlük arayışıyla babasının favori evladı Eren Jaeger, ileride daha yakından tanıma şansımın olacağı Connie Springer ve daha niceleri. Ha bir de sırf olanları izlemeye gelmiş gibi duran, kenarda oturup sırıtan Ymir vardı. Prenses olmasına karşın pek bir prensese benzemezdi, aklı kalbinin çok daha önündeydi, stratejik düşünen biriydi. 17 yaşında falandı herhalde daha ama yüzü ve vücudu onu çok daha büyük gösteriyordu.

Tören başladı. Herkes Historia'nın babası Kral Rod Reiss'e kendisini tanıtıyor ve kızlarını almaları karşılığında vadedecekleri şeylerden açıyordu bahsi. Bir kenardan tiksinerek izledim bu nahoş sohbetleri. Kaç yaşındaydı Historia? Örttüğü peçeden göründüğü kadarıyla 14, bilemediniz 15. Çocuktu daha. Tabii bizim toplumlarımız bunu normal görürdü ama ben asla onlarla aynı fikirde olmamıştım. Bir çocuğa açık arttırmada satılırcasına eş aranması benim ahlak anlayışıma ters düşüyordu. Adayların yaşları da her geçen konuşmada daha da büyüyordu. Bazen duymamak için kulaklarımı kapatıyordum. Kusma geliyordu ama kendimi tutuyordum. Sonunda kuzenim de çıktı huzura ve bu böyle devam etti birkaç saat kadar. Rod Reiss de kendisinden bekleneni yapamadı, varamadı bir karara. Ymir de tam o sırada devreye girdi işte.

how the most dangerous thing is to love, mikasashaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin